10

1.1K 215 75
                                    

Hwang Hyunjin

Beynimdeki düşünceler peşimi bırakmıyordu. Belki kafam dağılır diye karakola gelmiştim, birkaç dosyayı yanımda getirdiğim el çantasına sıkıştırdım ve karakolun arkasındaki donut dükkanına yol aldım.

Oraya geldiğimde bir sandalye çekip boş bir masaya geçmiştim. Sipariş ettiğim karamel soslu donutı beklerken dosyaları çantadan çıkardım. Şu an elimdeki kadar büyük vakalar değildi bunlar; küçük, hemen çözülebilecek olaylardı.

Bir süre kendimi vermeyi denedim.

Ama yok!

Beynim takılan bir kaset gibi Yang Jeongin diye sayıklıyor. Tam şu an, ağlamak üzereyim. Düşüncelerimin beni bu kadar yorması normal mi?

Alnımı masaya dayadım ve derin bir nefes verdim. Çabucak bu saçmalığa bir son vermeliydim. Yoksa gerçekten kafayı yiyecektim.

Kulağıma masaya konulan tabağın sesi gelince doğruldum. Bana gülümseyerek bakan bir Minho beklemiyordum tabii. "N'oldu, dosyalarla mı boğuşuyorsun?" diye sordu sandalyesini çekerken. "Aslında hayır." diyerek yanıtladım. "Hmm... kafanı meşgul eden bir şeyler var." yalandan düşünür bir hali vardı. "Yoksa müstakbel nişanlınla mı ilgili." dedi ve gülümsedi. Kıkırdadım, "Hayır alakası yok." neden alakası olsun ki? Gerçi aklımdan geçen gerçekleri öğrense pek inanacağını sanmıyorum doğrusu.

"Yoksa... bizim liseli Yang Jeongin'le mi ilgili?" gözlerim anında irileşmişti, nasıl... nasıl bilebilir ki? Ben ve Jeongin... çok anlamsız. Nasıl parçaları ikimizi tamamlayacak şekilde birleştirebilir?

"Ah... sen beni salak mı sandın?" kısa bir kahkaha atmıştı. "Yani benimki de sadece bir varsayımdı. Çünkü onun üzerine çok düşüyordun. Ya bir ağabey gibi yaklaşabilirdin ya da..." son sözcüğü uzattığında kaşlarımı çatmadan edemedim. "Tamam tamam." diyerek kıkırdadı. Resmen eline koz vermiştim. "Çok kötüsün Hyung." hyung dediğim için kaşları havalanmıştı, evet ona pek böyle seslendiğim söylenemezdi.

"Şey... şaka bir yana, ben onu gerçekten seviyorum galiba." ilk kez bunu sesli bir şekilde itiraf etmiştim. İçim ferahlamış, göğsümden bir yük kalkmış gibi hissettirmişti. Bu beni bir miktar sevindirse de -sonuçta kendimden daha emin hissetmeme neden oldu- vücudumda bir ağırlık vardı, sanki üzerime hüzün çökmüştü. Minho da bu halimi anlayacak olduğu üzere "Neden böyle üzgün bir halin var ki? Ne güzel kendine itiraf edebilmişsin." dedi. Haklıydı aslında, ancak içimden geçen şey benimle ilgili değildi ki. Jeongin'le ilgiliydi. Beni, onu sevdiğim gibi sevemeyeceğini biliyor olmamla ilgiliydi.

"Jeongin'in beni seveceğinden emin değilim Hyung, beni arkadaş olarak bile görmüyor. Onun için fazla büyüğüm, birkaç ay sonra onu göremeyeceğim bile. Duygularım tamamen boşuna." ne zaman bu kadar çok şeyi düşünür olmuştum? Bunlar sadece düşünce olmasına rağmen neden beni bu kadar yaralamıştı? Kimi kandırıyorum ki..? Her birinin doğruluk payı var.

"Hadi kalk." dedi kendisi de oturduğu sandalyeden kalkarken. "Böyle düşünerek yalnızca kendini paralarsın. Bara gidelim ve biraz içelim." beni beklemeden tabaktaki karamelli çöreğimi kapıp hızlıca yürüyerek kaçmıştı dükkandan. Ona yetişebilmek için hızla masadaki dosyaları çantama tıkıştırdım. Masaya birkaç won bırakmamın ardından koşarak onu takip ettim.

"Hey, donutımın parasını ödeyeceksin!"

"Bana arkadaşının yanında abimin arkadaşı dedi Hyung. Basbayağı utandı onun arkadaşı olmamdan. Zaten küçücük bir şey neyini sevdiysem?!"

"Ben de diyorum bazen... bu küçücük şeyin neyini sevdin diyorum." şişesinin kalanını bardağa doldurma ihtiyacı görmeden kafasına dikledi. Minho... o da mı Jeongin'i seviyor?!

"Sen de mi Jeongin'i seviyorsun Hyung? Göz dikme benim küçüğüme." sarhoşluğun etkisiyle olsa gerek büyük bir kahkaha atmıştı. "Tek küçücük olan Jeongin mi? Jisung da küçücük. Onun... onun sevimli yanakları var hem." hiddetle masaya yumruğumu vurdum, "Jeongin'in de gamzeleri var!" Minho kaşlarını çatarak baktı önce "Banane be Jeongin'in gamzelerinden!" diye bir anda yükselince yerime sinmiştim. Beni dövmesinden korkuyordum.

Onlar için seviniyordum aslında. Jisung da onu seviyordu. Tek sorunları birbirlerine itiraf edememekti. "Sevdiğim kişi benden hoşlansa aptal gibi bekleyeceğime itiraf ederdim." bir dakika, ben bunu sesli mi söylemiştim?

"Ne diyorsun sen Hyunjin? Kafam... kafama girmiyor sözcükler." biraz boş bir yere baktı durdu. Söylediklerimi gözden geçirmeye çalışır bir hali vardı. "Jisung benden mi hoşlanıyor?" diye bir anda sorduğunda şok olmuştum. Nasıl sarhoşken bu kadar düzgün düşünebilir ki? Ben sarhoş değilken bile düşünemiyorum.

Bir anda oturduğu yerde ayağa kalkarak "Jisung benden hoşlanıyor!" diye bağırınca hemen doğrulup onun gömleğinden çekiştirerek aşağı indirmeye çalışmıştım. Önümdeki boş şişeleri devirmesem belki her şey daha güzel olabilirdi tabii ama Minho faktörü varken bir şeylerin iyi gitmesi de tuhaf olurdu.

Minho bulunduğu yerden atlarken yere yapışmış olsa da yerden hemen kalkmıştı. Sanırım... onu daha önce hiç bu kadar mutlu görmemiştim. "Yang'ların evine gidiyoruz! Yapılması gereken bir itiraf var." diye yeniden bağırıp kolumdan tuttu ve ben de yeniden onun beni peşinden sürüklemesine izin verdim.

geçiş bölümüüü
yine de yorum yapsanız sevinirim :(

the spanish caseHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin