Sandığınız gibi biri değilim bayım, deli değilim. Ona benzer biriyim yalnızca, yazarım. Mesela geçmişimizi satır satır işledim sözcüklere. İki yabancı, zihnimde kurgulanan karakterler ve uydurma bir hikayeden bahseder gibi. Hiç yayınlamadığım tek hikayem bu. Ama diğerlerinin her birinde parça parça izi bulunduğunu zamanla fark ettim. Kahramanlarımın meğerse senden çok şeyler almış. Bir gülüş, söz, davranış, bakış...Çok sonra özgür kılabildim kahramanlarımı senden, benden, bizden. Zincirlerini çözdüm, yollarını çizdim, kaderlerini değiştirdim. Ve beraberinde ben de değiştim. Seni affettim mesela, kendimi de. Görüşmeyeli sana bahsedebileceğim en büyük başarım bu. Sessizleşti içimdeki şehrin sokakları. İçimdeki kırgınlıklara ve öfkeye rağmen bir köşe başında sana rastlama ihtimaline sarılırdım, bunun da hayalini kurmamaya başladım. Elinden ne geliyorsa yapmıştın aramıza duvar örmek için. Bulutlara uzanan bir duvar. O duvarla yaşamayı öğrendim ilk başta, varlığını dahi unuttum sonra.
Şimdi karşındayım. Karşımdasın. Kaç yıl geçti aradan, hesaplayabilir misin? Rakamlar gereksiz ayrıntılar. Öylece bırakamadım hikayenin sonunu. Bilmeni istedim, bu yüzden görmezden gelmedim seni bugün. Küs, kızgın, öfkeli değilim. Yüzünü görebilmeyi kaldırabilecek kadar güçlendi yüreğim. Yeni insanlar gelip geçti ömrümden. Anılarımda kıymetli, bir selam verecek denli de hatırlı bir dost olarak yer ediyorsun. Ya sen? Hâlâ konuşmadın, öylece bakıyorsun gözlerime. Suratında hiçbir mimik kıpırdamadı. Ama bakışlarında ufak bir şaşkınlık yakaladığıma emindim. Ne kadar değiştiğinin hesabı dönüyor kafamda. Bu ani karşılaşma sebebiyle mi bilmiyorum ama bir ciddilik, donukluk, sertlik yer edinmiş yüzünde. O asi ve ciddi havan sebebiyle değil bu seferki, bir başka, kalıcı gibi. Ne insanlara ne de olaylara karşı; muhatabı apaçık hayat. Yakışmamış. Bir adamı bu hale ne getirir, anlat bana. Susma.
Yalnızca cevap vermiş olmak için bir şeyler söyledin sonunda. Konuşmakta böylesine zorlanışın acıtıyor. Daha normal davranamaz mısın? En azından kibarlıktan, hatırdan.
Normal davrandığını söylüyorsun. Kendine konuşur gibi birkaç cümle daha mırıldanıyorsun, arkana dönüp uzaklaşmaya başlıyorsun. Yüzsüzce üsteleyesim geliyor. Dürtülerimin beni sürüklediği yere gidiyorum. Peşine. Biraz daha sesli konuşursan iyi olur! Duyamıyorum! Ağzından cımbızla laf alıyorum, dediğinin yarısı anlaşılıyor, yarısı gürültüye kapılıyor. Tam arkandayım.
Birden durdun, arkana döndün, kızarak bir şeyler diyeceğine emindim ama gözlerime bakınca sadece sustun. Sonunda bakışlarını usulca ayırdın yüzümden, bedenini hafifçe yan çevirdin ve sağ eli havalanıp hafifçe alnının kıyısını ovaladı. Çok kısa sürede gerçekleşen bu hareketleri benim nezdimde ağır çekimdeydi. Yeniden bana doğru döndün, kalmakla gitmek arası bir dönüş gibi yarım. Az evvelkiler gibi soğuk ve umursamaz olmayan, yine de keskin, alçak ve ciddi bir ses tonuyla konuştun.
Lütfen git, dedin. Gittin. Sözcükler canımı yaktı. Bana hep iyi geldiklerini sanırdım oysa. Sahibi sen olunca yaralayabildiklerini unutmuşum. Ablan geldi yanıma, donakalışımın failinin sen olduğunu anladı. Bana özel bir şey değilmiş bu tavırların. Ne doğru düzgün konuşuyor ne de gülümsüyormuşsun. Yaşamak için yaşıyormuşsun yalnızca. Bir boşluğa düşmüşsün, üç yıl olmuş. Annen, o melek kadın hastalanınca iyice ağırlaşmış yükün, bocalamışsın. Annenle beraber sen de kayıyormuşsun ellerinden... Gözlerim yandı, burnum sızladı, boğazım ağrımaya başladı. Yanaklarım sıcak yaşlarla ıslanırken omuzlarım sarsıldı. Ağlıyordum işte, bir çocuk gibi özgürce. Çünkü sen hâlâ sevdiğim, yalnızca kaybolmuş, ellerini bilmediği boşluklara uzatan o adamsın. Bense kendini geçmişi unuttuğuna dair yalanlara inandıran bir deli.
12.12.21