Çünkü ben senin gibiyim.
Kırmızı çizgilerimiz aynı. Sarı ve yeşiller de öyle. Yürüdüğümüz yollar, kurduğumuz hayaller, dokunduğumuz çocuk elleri... Tuttuğumuz sözler, peşinden koştuğumuz hedefler, bindiğimiz dolmuşlar, çizdiğimiz rotalar ve indiğimiz duraklar; hepsi. İkimiz de Suriye'yi ziyaret ettik mesela, ilk kez havasını soluduğumuz o "başka" ülkeydi. Sonra sırasıyla bir çok Ortadoğu ülkesine, Afrika'ya, Balkanlara ve Avrupaya da gittik. Farklı hayatlar, kültürler içerisinde hep ortak olan şeyleri gördük; sevgiyi, samimi bir gülümsemeyi, yaşanmışlık dolu gözleri, sıcak bir ekmeği akşam sofrasına koyabilmek uğruna çabalanan alın teri dolu saatler ve yorgun yüzleri.
İnsanların hikayelerini dinledik, sanki anlatılanları biz o ân yaşıyormuşuz gibi. Çocukken de dede ve nenelerimiz masal anlatınca yine böyle dikkat kesilirdik. Ama o masallar ağlatmazdı bizi, yahut gözyaşlarımızı gizlemeye çalışmak zorunda bırakmazdı. Büyüyünce gerçek olmadıklarını da fark etmiştik hem. Oysa bu hikayeler hiç öyle mi? Hayatın ortasından kopup gelmişler, biliyoruz. İstesek de unutamıyoruz.
Geçen gün bir fotoğraf gördüm. Yine bir başka ülkedeyiz. Ellerimizde hediyelerle inmişiz araçtan, bir köye gelmişiz. Çocuklar hemen koşmuş yanımıza. Ellerimizi tutmak ve hoş geldiniz demek için yarışa girmişler. Her gidişimizde olduğu gibi. Nasıl güzel gülüyorlar. Ezberledikleri sureleri okuyorlar, oyunlar oynuyorlar, bildikleri tek Türkçe cümle olarak "İsminiz ne?" diye soruyorlar. En çok yaptığımız şey selam almak, el sıkmak, ismimizi söyleyip isimlerini sormak ve gülümsemek oluyor.
Günün sonunda ruhumuz dinlenmiş, kendimiz yorulmuşuz. Düşüncelerimizi paylaşıyoruz karşılıklı. Ne güzel olurdu bu çocuklar da okula gidebilse, eğitim alabilse. Altı bine yakın öğretmen gönüllü olarak, hiçbir maaş almadan, günün yarısında inşaat ve tarlalarda çalışıp yarısında da öğrencilerine ders veriyormuş ya hani? Duyunca gurur duymuştuk ama bir parça hüzün de hissetmiştik. En güzeliyse, senin de dediğin gibi, insanlığın eğitimini almış bu topraklar. Kökleri sağlam kalmış.
Fotoğraf diyorduk değil mi? Yine konuyu dağıttım, bir huyumuz da bu işte. Çok hızlı düşünüyoruz. Çocuklarla birlikte kameraya el sallarken yakalanan bu karede, daha dönüş yoluna çıkmadan birdaha ne zaman bu köye gelebileceğimi düşünüyordum ben de. Muhammed isimli iki küçük çocuk bana ne zaman Kur'an okurdu bir daha? Fatma ellerimi ne zaman tutardı? Hatice gözlerime ne zaman bakardı?
Heyecandan bildiğim kadarıyla bile Arapça konuşamamıştım. Şimdi konuşabiliyorum, geliştirdim sayende; birlikte çalıştık, pratik yaptık. Bir dil daha öğrendik hatta.
Çok köprülerden geçtik, çeşmelerden su içtik. Başka başka tepelerden, şehirlerin ikindi vakitlerini seyrettik. Yalnız yaptıklarımız değil, hislerimiz ve düşüncelerimiz bile nasıl da uyumluydu birbirine. Hâlâ da öyle. Bak, koşuyorsun emin adımlarla bu yolda. Çünkü sen busun.
Seninle tek farkımız var. Ben bunları daha önce hayallerimden başka bir yerde hiç yapamadım.