Kimi zaman, oturduğumuz odayı uzun uzadıya anlatmaktan başka bir konu bulamıyordum. Çünkü insan ya sahip oldukları, ya da sahip olmayı diledikleri hakkında konuşur. Ben ilkini tercih ediyordum. Sebebi basitti. Gerçekler bizi yarı yolda bırakmaz, hayal kırıklığına uğratmazdı. Apaçıktı, üstümüzde başımızda, içimizde ve dışımızdaydı. Oysa düşler uzaktı. Ve adı üstünde, sadece bir düştü. Bizse artık hayal kuramayacak kadar yorgunduk.
Annemin eteklerine sarılıp sinesine sığınırdım. Gittikçe yaklaşan, her gün kapımızı çalan tehlikelere öyle sizin sandığınız gibi alışmazdık. Her an yüreğimiz güm güm çarpmaya devam ederdi. Korkuya alışılmaz. Zulme, acıya ve savaşa da... Siz alıştınız mı yoksa?
Her neyse, oturduğumuz oda diyordum. Annem, babam, üç kardeşim, dedem, yengem, iki kuzenim ve yatalak nenem; hep birlikte kalırdık. Yengemin söylediğine göre burası sığındığımız dördüncü binaydı. Ben çocuk aklımla oradan oraya birkaç parça eşyayla neden taşınıp durduğumuzu anlamazdım. Köşede yığılı koliler, çantalar, örtüler, erzak ve battaniyeler vardı. Açlıktan ağladığımızda son çare o erzaklardan biraz atıştırma fırsatı bulurduk. Neden dilediğimizce yiyemediğimizi sorgular, karnımız açlıktan guruldarken bu odadan çıkıp yiyecek bir şeyler almaya gitmediği için babama içten içe kızardım. Nenemin, dedemin, yengemin, annemin ve babamın artık neden bir kez olsun gülümsemediğini düşünürdüm. Annemin gülüşünü çok özlerdim. İçimi ısıtırdı. Şimdilerde en çok babamın gülüşünü özlüyorum. Yahut bir düzeltme yapayım, en çok babamı özlüyorum.
Duvardaki çatlaklar, sonradan sıvalandığı için rengi değişik kısımlar, farklı şekillere benzettiğim lekeler, yerdeki kilim, kapıdaki kırık, camlardaki gazeteler... Bütün bunlar ezberimdeydi. Bizim gerçeklerimizdi. Tenimize kokusu sinmiş acılar, elbisemize yapışıp kalmış tozlar ve göğümüze bir sis bulutu gibi dağılmış gri dumanlardı varımız yoğumuz; bir de birbirimiz ve vatanımız.
Bir toprak parçasını vatan yapan neydi, tam da o günlerde öğrenmiştim. Çok değerli şeyler biriktirdiğimiz yermiş vatan. Ezbere bildiğim o odadan ayrıldığımız gün öğretmişti bana. Herkesin yüzünde her zamankinden daha da büyük bir telaş, korku ve endişe vardı. Nenem saatler boyu sessizce ağlamıştı. Uzaktan içimizi ürperten patlama sesleri geliyor, sesler gittikçe yaklaşıyordu. Hava kararmaya yüz tutmuştu. Babam öğle vakti dışarıya çıkmış, daha gelmemişti. Yengem kuzenlerimi, nenem beni, annem de kardeşlerimi bağrına basmıştı. Yüzlerinde bir mimik bile oynamıyordu. Dedem binanın dışına usulca çıkıp etrafı yokluyor, babamı sabırsızlıkla bekliyor, umutsuzca geri dönüyordu. Komşularımızın çoğu gitmişti.
Büyük bir şey geliyordu, anlamıştım. Ölümün kan donduran havası gibi bir soğuk çökmüştü odaya. Ağızları bıçak açmıyordu. Büyüklerin dudakları arasından mırıltılı birkaç dua kaçıvermesi haricinde çıtı bile çıkmıyordu kimsenin. Çocukların bir kaçı uyuyakalmıştı. Hayatın bizden bir şeyler alacağını hissetmiştim. Zaman durmuştu. Bu gergin sessizlik beni içine alıp yutacak, varlığımı dünya üzerinden silecekti.
Hiç beklemediğimiz bir şey oldu. Dedem nefes nefese çıktı merdivenleri, gözlerinde boncuk boncuk yaşlarla içeriye girdi. "Hadi, gidiyoruz!" Etraf aniden hareketlendi. O battaniyeler, koliler, kilim ve eşyalar hızlıca binanın arkasında bizi bekleyen araca yerleştirildi. Biz de içine doluştuk. Dedem geldiğinde o ölüm sessizliği bıçak gibi kesilip atılmış, herkesi bir heyecan sarmıştı. Buradan da gidiyorduk.
Tanımadığım biri şoför koltuğundaydı. Arabayı besmeleyle çalıştırdı. Ama bir dakika! Eksiktik. "Babam gelmeyecek mi?" dedim anneme. Onu yoldan alacağımızı söyledi. Yol bittiğinde yine sordum, onunla bir yerde buluşacağımızı ve bizi o yerde bekleyeceğini söyledi. Babamı çok sordum anneme ama yoktu işte. Hiçbir zaman buluşamadık.
Şimdi kardeşim bana soruyor babamı, tıpkı küçükken benim sorduğum gibi. Annemin cevabını biraz değiştirip veriyorum ona. "Bizi cennette bekliyor ve babamla orada buluşacağız." Cennet neresi diyor, büyüyünce öğrenirsin diyorum. Heyecanla o günü bekliyor. Beklerken de sık sık "Bana bebekken çok ağlayıp sonra babamın kucağında uyuduğum o zamanı anlatsana" deyip ezberimdeki o yeri anlattırıyor. Babamı en son gördüğüm odayı.
Dün diğer kardeşim bir resim yapmış. Bu resim ne anlatıyor, dedim. "Ukrayna savaşınca herkes ayağa kalktı, ses çıkarttı; biz yıllardır savaştayız, kimse görmüyor," dedi. Haklısın bile diyemedim, içim acıdı. Bizim kaderimiz de böyle, yıllardır savaştayız, kimse görmüyor. Kana kana içmek istediğimiz bir yudum huzurun; sevgi, ilgi, anlayış ve özgürlüğün savaşı bu. Ama gel de anlat koca koca adamlara... Nasıl anlasınlar ki bir çocuğa "Çok istediğiniz bir şeyi düşünün mesela," dendiğinde hemen işitilen o "Babamı istiyorum" cevabının ne manaya geldiğini?
27.03.22