Bu kadar çok ve ara vermeksizin konuşmamıştı hiç. Ya yüzündeki gülücüklere ne demeli? Bir an olsun eksilmemişti. Karşımda oturanın eşim olup olmadığına emin değildim. Onu en son ne zaman böyle mutlu gördüğümü hatırlamıyordum bile. Kaç ay öncede kalmıştı gözlerime bakarken tebessüm edişi? Sahi, gerçek manada göz göze gelebilmiş miydik uzun zamandır?
Bütün bunları neden şimdi fark ediyordum? İçimde sızlamaya başlayan yer neresiydi, kestiremiyordum. Asırlık bir hasreti içime gömmüştüm ve az evvel onun sıcacık gülümseyen yüzüne bakınca çıkmıştı toprağın altından. Öyle kuvvetliydi ki bu his, neredeyse bu evde misafir olduğumuzu, odada başkalarının da bulunduğunu unutup onun yanına gidecektim hemen. Yanındaki boşluğa oturacak, yönümü ona çevirecek, yanaklarındaki o varlığını unuttuğum çukurlara çekinerek dokunacaktım.
"Bana da böyle güler misin tekrar?" diye soracaktım. "Çok zaman geçmiş aradan, seni ölesiye özlemişim." Manalı manalı bakacaktı yüzüme. Tek kelime söylemese de anlayacaktım ben içinden nelerin geçtiğini. "Evet biliyorum, sen çabalamıştın," derken tamamıyla teslim olacaktım gerçeğe. "Bense gururuma sarınıp durdum. Önüne setler çektim. Çizdiğim çizgiden öteye geçemedin. Uzanmak istedin, ittim. Denedin, heves ettin, bir bir kursağına dizdim gayretlerini. İnsafsızlık bu, değil mi? Haklısın. Sonunda yoruldun. Ne ben sana ellerimi uzattım ne de artık sen bana ulaşmaya çalıştın. Bitti masalımız. Kendi ellerimizle son noktayı koyduk. Bir evde iki ayrı hayat, ne iğreti! Ne konuşulan üç beş cümlede ne de karşılıklı oturulan sofrada o eski tat kalmamış. İlişkimiz onarılmayacak denli yıpranmış mıdır peki? Söyle, söyle de telafisi için gerekirse bir ömür koşturayım."
Umuda sarılmayı sever o. Denemek, düzeltmek ister. Biliyorum. Nerede bir kırık varsa onarır, kimde bir yara görse şifa olmaya çalışır. Bizimkini de görür elbet, görülmeyecek denli küçük değil zaten. Apaçık ortada ve hiç durmadan gözümüzün önünde kanıyor.
"Hayırdır kardeşim, daldın? Yengeyi ilk defa mı görüyorsun? Ahaha!"
Arkadaşımın sesini işitince kendime geldim. Gülüyordu. Ama ben gülmüyordum.
"Evet, ilk defa," diye içimden yanıtladım. "Onca zaman sonra ilk defa. Körlük bu ya, evvelce gönüle sirayet eden bir şey. İnsanı, en yakınındakini göremez hale getiriyor. Ömür boyu yanında olacak kişinin ömründen çaldırıyor."
Kafamın dağıldığını hissettirmeden sohbete döndüm. Gitme vakti geldiğinde vedalaştık ve binadan çıkıp sokakta yan yana yürümeye başladık. Hava ılıktı, bahar çiçeklerinin kokusun geliyordu. Tanışmamızı düşündüm. Samimi hislerle bağlanışımızı, ailelerimizi tanıştırırkenki heyecanımızı, düğünümüzü, evliliğimizin ilk zamanlarını, ona papatyalardan taç yapışımı... Ardından delicesine pişman olduğum anlar zihnime hücum etti, ağırlıkları altında ezildim. Dönüp ona baktım. Bir adım ötemde, aramızda bin adımlık mesafe.
Sabah ofiste çalan şarkıyı yaşıyor buldum kendimi. "Hayat bazen öyle insafsız ki, küçük bir boşluğundan yakalar. Hissettirmez, en zayıf anında seni ta yüreğinden yaralar."
Ne zaman dara düşsem elimi tutar, "Dün ne olduğu değil bugün ne yapacağın önemli," derdi. Sıra bendeydi. Eline uzandım. Soğuktu parmakları. Sıkıca tuttum. Başını çevirdi, göz göze geldik. Şaşkınlığı canımı acıttı. Sessizdik.
"Oysa hiç konuşmadan anlaştık. Bazı şeyler var ki söylenmiyor. Biz senle sözleri susarak aştık."
Parmaklarını kıvırdı, o da tuttu elimi. Önüne döndü sonra. Kaldırımın ortasında çöküp bir çocuk gibi ağlayasım geldi. Çünkü biliyordum. Unutmuş gibi yaşamaya devam etsek de hatıraların iki eli hep yakamızda olacaktı.
"İnsan acılarla kıvransa da ve o aşkta bir daha doğsa da, dünyasını yeniden kursa da, düşler ve gerçekler ayrı ayrı yaşar."
Şarkı bitti. Yürümeyi bıraktım. Ama elini değil. Karşısına geçtim ve sarıldım ona. Başı göğsüme yaslandı. Yuvasını bulmuş bir serçe misali durduk. Yıllar sonra ilk kez ağladım. O bunu bilmedi. Derin bir nefes aldım, çünkü dudaklarımın arasından çıkmasını istediğim şey bir hıçkırık değildi.
"Özür dilerim. Çok özür dilerim."
3.4.22