13/07/2005
Kaç yaşındaydı bu küçük kız?
4?
5?
Alpaslan bu kızla ne yapacağını bilemez gibi etrafına baktı.
Gecenin bu saatinde ormanın içinde ne işi vardı? Buralar çok ıssızdı, başına bir şey gelebilirdi.
"Pişt," dedi Alpaslan küçük kıza. Onu korkutmamak için ılımlı bir yapıyla yaklaşmaya çalışıyordu fakat dış görünüşünde ki sert duruşunun onu korkutmasına engel olamıyordu. "Senin ailen yok mu?"
Küçük kız cevap vermedi.
"Numaralarını biliyor musun?" dedi tekrardan.
Küçük kız yüzünü buruşturdu. Ne numarasından bahsediyorlardı?
Alpaslan kızın boyunun hizzasına eğildi tekrardan.
"Küçük kız." diye mırıldandı şefkatli gözlerle bakarak. "Bana güvenebilirsin."
Portakal renginde ki saçları ve ela gözleriyle karşısında ki adamın ne dediğini anlamaya çalışıyordu kız. Ne dediğini duyamıyordu. Aynı şekilde etrafında ki her şey bulanık gelmeye başlamıştı.
Konuşmaya çalıştı. İyi olmadığını söylemeye, yardım istemeye çalıştı fakat mecali kalmamış gibi gözleri kapandı.
Alpaslan küçük kızın yere yığılmaya hazır olan bedenini kavradığında ne olduğunu anlamamıştı ama bu öyle bir andı ki sanki kızın acısını kendi inde hissetmiş gibi bağırmaya başladı. Ne dediğini kendi bile kavrayamasa da kısa bir süre içinde gelen araba ve yardım ekipmanları bağırışlarının fayda ettiğini gösteriyordu.
***
Üzerinde servislerin yapıldığı masa mumlar eşliğinde daha da güzelleşirken tek bir ses çıkmaması sinirlerimi bozuyordu.
Adının Pavel olduğunu öğrendiğim adam tam karşımda oturuyor, Alpaslan ise yanımda ki sandalyede her an kalkmaya hazır bir pozisyon almıştı.
Az önce olan kapı faslından sonra Alpaslan alel acele bizi masaya yönlendirmişti. Oysa ne dediğini daha tercüman eder diye beklemiştim.
Masaya oturduğumuzdan beri Alpaslanın sol eli bacağımı kavramıştı. Sanırım elini oradan çekmeye hiç niyeti yoktu.
Aslında iş konuşmaları yapacaklarını biliyordum. Yemek sadece bahaneydi.
Önümde ki yemeğimi başımı kaldırmadan hızlı hızlı yemeye çalıştım. Çünkü ne zaman başımı kaldırsam Pavel'le göz göze geliyorduk ve ben hemen yemeğimi bitirip çıkmak istiyordum.
Alpaslan gerginliğimi hissetmiş gibi bacağımda olan eliyle bacak içimi okşadı. Daha kaskatı kesildim.
Derhal masadan kalkmam gerekiyordu aksi takdirde karşımda oturan adam beni bakışlarıyla, yanımda ki adam ise beni çiğ çiğ yiyecekti.
"Afiyet olsun." diye ayağa kalktığımda Pavelin bakışları öldürücü soğuklukta bana döndü.
Gitmek için dönmüştüm ki Alpaslan gür sesini duymamla geri dönmem bir oldu.
"Daha yemeğini bitirmedin. Otur!"
"Ama doydum." dedim bir kedi mırıltısı misali.
Sinirlendiğini fark ettim fakat neye sinirlendiğini anlamadım.
Yemek odasından çıktığımda elinde çalan telefonla koşan bir hizmetli gördüm.
Kadın bana baş selamı verip yönünü çıktığım odaya verdiğinde elimle onu durdurdum.
Elimi ona doğru uzattım. "Çalan telefonu ben götürürüm. Siz zahmet etmeyin."
Kadın ter içinde kalmış alnını sildi. Verip vermemek arasında kalmış gibiyken telefon sustu. İçeri gittiğinde yiyeceği azardan korkmuş olmalı ki telefonu elime tutuşturdu ve teşekkür anlamında bir şeyler söyleyip içeri gitti.
Telefon tekrar elimde titremeye başladığında yan tuşundan sessize aldım ve yemek odasına doğru tekrar ilerlemeye başladım.
Tam içeri girmek için hazırlanıyordum ki gür seslerin içeride bir tartışma içerisinde olduğunu fark ettim.
Anlamayacak olmama rağmen kulağımı dayadım.
"Sana nasıl güveneceğim?" Bu ses Pavele aitti.
"Güvenmemek için bir sebebin yok," dedi Alpaslan. "Şu ana kadar yaptığın her şeyi yok sayarak siciline kadar temizlettim. Daha ne yapabilirim?"
"Bana bir koz ver." dedi Pavel alaycılığın hakim olduğu memnun bir sesle. Ne kozundan bahsediyorlardı?
Alpaslan da benimle aynı düşünce de olacak ki "Ne kozu?" dedi. Sonra ise istediği şeyi anlamış gibi bir tonla "Hayır, hayır, hayır." diye mırıldandı.
Pavelin koz olarak neyden bahsettiğini anlayamamıştım ama elimde ki telefon çalmayı bırakıp ard arda mesaj atmaya başlayınca artık içeri girmemin gerektiğini fark ettim.
İçeri dan diye girdiğimde ikisinin de bakışları bana döndü. Gerginliği dağıtmak için otuz iki diş sırıtarak yanlarına gittim.
Pavelin yanına gittiğimde telefonu vermek için masaya doğru ilerledim. Oturduğu sandalyenin önünden uzanıp telefonu masaya koyduğumda boynum dudak hizzasına gelmişti.
Fark etmemesini umarak geri çekilecekken sıcak nefesi boynuma vurdu. Gözleri yüzümden bir saniye bile ayrılmıyordu.
Alpaslan şu anki halimizi fark etse ağzımıza sıçardı fakat ne yazık ki oturduğu sandalyeden olduğumuz durumu farkına varamazdı.
Telefonu koydum. Geri çekilirken onun derin bir nefes aldığını duymuştum. Kokumu içine mi çekmişti o?
Salondan çıkarken Alpaslanın yüzüne bakmayı cesaret edememiştim. Çıkar çıkmaz derin bir nefes alırken Pavel denilen adamda bir şeyler olduğuna emindim.
Odama çıktığımda kendimi direkt yatağa attım. Üstümü bile değiştirmeye tenezzül etmemiştim çünkü üstümde ki o hissi atana kadar yorganın altından çıkmayı pek düşünmüyordum.
Ne zaman uykuya daldığımı bilmiyordum fakat enseme vuran bir nefesle bilincim açılmıştı. Gözlerimi açmaya halim olmasa bile Alpaslan olduğunu düşünerek uykuma devam etmeye çalıştım.
Bilincimi açan şey ise saçım eline dolanan el ve içine derin bir nefes çeken kişiydi. Kafamı yastığa daha çok bastırdığımda burnuma ferah bir parfüm kokusu geldi. İyi de Alpaslan parfüm sıkmazdı?
Gözlerim karanlıkta fal taşı gibi açılırken korkudan uyandığımı belli etmemeye çalışıyordum.
Arkamda ki kişi Alpaslan değildi!
Bedenim istemsizce titremeye başlarken gözlerim korkunun etkisiyle nemlenmişti.
Saçımı okşayan el bir süre sonra durdu. Sikeyim! Uyanık olduğumu anlamıştı.
Gözlerimi sıkıca kapatarak gelebilecek herhangi bir darbe bekledim.
Yapacağı en kötü şeyi bile bekledim fakat saçımı son kez okşayıp odamdan çıkması en son bile beklemediğim bir şeydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Eccedentesiast / +18
Literatura FemininaBedenim bir ateşte kavrulurcasına karıncalanıyordu ve o, O beni izliyordu. Eşsiz bir manzarayı izliyormuşçasına, sadece tutkuyla harlanan bedenlerimizi kavuşturuyor gibi değilde, ruhumuzu birbirine kilitliyormuş gibi bakıyordu. *** Eccedentesiast...