Mor hırkalı genç kız ağır adımlarla yürüdüğü kaldırımdan inip karşı caddeye geçti. Bugün içinde garip bir his vardı. Evden sadece çikolata almaya çıkmıştı ama eve dönüş yolunda kendini bu sokakta bulmuştu. Evine tamamen ters yönde kalan bu sokağa bir zamanlar çocukluk arkadaşıyla gelmişti. Gözleri büyükağaçlara, eski evlere ve antik çağdan kalan yıkık dökük sütunlara dalarken gün hâlâ aydınlıktı ve henüz bitmesine vardı. İçindeki ağlama hissini dürten rüzgâr onu üşütürken hüzünlü anıları zihninde sahnelendi.
♪♪♪♪♪♪♪♪♪♪♪♪♪♪♪♪♪♪♪♪♪♪♪♪♪♪♪♪♪♪♪♪♪♪♪♪♪♪♪♪
Başları derde girmişti. Peşlerindeki kötü adamlardan var güçleriyle kaçarken girdikleri sokak hiç bilmedikleri bir sokaktı. Mor hırkalı küçük kız korkuyordu. Eğer kendilerini yakalarlarsa ne olurdu? Bunu düşünmek bile içini titretiyordu.
Sarı kıvırcık saçlı diğer küçük kız gördüğü terk edilmiş bir dükkâna doğru onu çekiştirerek hızla kapıyı itti. Dükkâna girip yavaşça kapattığı kapının hemen ardından ikisi de yere çömelip kötü adamların gitmesini beklediler. Biraz sonra kıvırcık saçlı küçük kız çömeldiği yerden kalkıp mor hırkalı kızın yanına geldi.
"Bu çok eğlenceliydi!"
Hâlâ titreyen mor hırkalı kız kaşlarını çattı. Arkadaşının keyfi gayet yerinde görünüyordu. Hâlbuki başları belaya girmişti.
Genç bir çocuğun parasını çalmak isteyen beş kişilik bir grup, çocuğu kenara sıkıştırmış, parayı çocuktan alamayınca yanlarında bulundurdukları sopayla ikna etmek istemişlerdi. Mor hırkalı kız öyle öfkelenmişti ki eline ne ara bir taş alıp sopayla çocuğa saldıran adama fırlattığını hatırlamıyordu. Bunu yaptığını fark edince az önce taşı fırlatan eline bakakalmıştı. Taş adamın ensesine isabet etmişti. Küçük bir çocuk için yeterince iyi bir atıştı.
Ama bu hareketiyle birlikte kendilerini bulan belanın ileride ikisinden birinin canına mal olacağını nereden bilebilirdi ki?
Kıvırcık saçlı kız da hemen arkadaşının ardından iki eline aldığı taşı gencin kollarından tutan diğer iki adama atmıştı. Birisinin gözüne gelen taş diğerinin alnına gelmişti. Dikkatlerinin dağılmasından istifade eden çocuk bir ceylanın aslanın pençeleri arasından kaçması gibi kaçmıştı. İki kişi çocuğun peşine takılırken, diğer üç kişi de küçük kızları kovalamaya başlamıştı. Bu işin peşini bırakacak gibi görünmüyorlardı. Buldukları ilk fırsatta bir dükkâna girip saklanmayı başarmışlardı neyse ki.
"Yakalasalardı görürdün eğlenceyi!" Birden bedeni tedirginlikle kasıldı. "Gittiler mi?"
Kıvırcık saçlı kız pencereden bakıp dışarıyı kolaçan etti.
"Gittiler, gittiler."
Gergin bedeni rahatlayan çocuk çömeldiği yerden kalktı. ''Burası bir antikacıya benziyor."
Diğer kız yanaştı. "Antikacı ne?"
"Eski şeyler satıyorlar..." duraksadı. "Yani sanırım."
Odada merdiven, dört raf ve birer tane masa ile sandalyeden başka bir şey yoktu. Eskimiş ve tozlanmış görüntüsünden çok burayı yalnız gösteren şey sanki ait olmadığı bir yerde duruyormuş gibi görünmesiydi.
Rafların üzerinde biblolar vardı. Bir tanesine yaklaşıp bibloları incelemeye başladılar. Flamingo iskeletli biblonun yanında çok daha ilginç bir biblo vardı. Küçük bir kız biblosuydu. Ayaklarının üstünde dursa da belinden geriye doğru bükülmüştü. Açık ağzının içinden sivri dişleri dışarı doğru uzanıyor, geriye doğru eğilmiş üst bedeninden dolayı kolları sarkıyordu. Yaşadığı vahşet yüzünden yuvalarından fırlayacakmış gibi duran gözleri korkutucuydu. Sanki başına bir şey gelmişti. İki küçük kızın da içi titredi. Oradan uzaklaşıp diğer rafları incelemeye başladılar.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ruh Mimarı
FantasyAlçalan trenin kapıları açıldı ve içeriye biri girdi. Silindir şapka takan ve yüzünün üst kısmını siyah tülle örten biriydi içeri giren. Üzerinde siyah uzun paltosu ve elinde yılan başlı bir bastonu vardı. Yavaş adımlarla vagonda ilerlemeye başladı...