Not: Bu bölümü mitoloji kitabından okuduğum bir kısımdan esinlenerek yazdım. Kimseyi aşağılama durumu söz konusu değildir.
İtbarak kavmini arama motoruna yazarak daha fazla bilgi edinebilirsiniz.✨
🌌🌌🌌🌌🌌🌌🌌🌌🌌🌌
Genç kız Bukra Treni'nin penceresinden dışarıyı seyrediyordu. La-Firya' da geceleri gökyüzü mordu ve her zaman iki parlak aya sahipti. Dilgan'ın 'burada geceler hep mordur' derken anlamı derin şeylerden bahsettiğini sanmıştı ama görünüşe göre gerçekten de gökyüzünden bahsediyordu.
Yıldızlar öyle parlak ve yakındı ki, genç kız uzay boşluğunda süzüldüklerini sandı bir an. Bazı gök-adacıkların çok yakınından geçiyorlardı. Gökte asılı duran bu küçük adaların üstünde umutsuzluğa ve mutsuzluğa düşmüş kişiler yaşıyordu. Hayatlarının en korkunç anını yaşarken ruhları bedenlerini terk eden ama ölmeyen kişilerin gökyüzünde kendilerine ait farklı boyutlarda adaları oluşurdu ve ruhları buraya göç ederdi. Bedenleri yok olduktan sonra dönecek başka yerleri olmadığından ruhları bu adalarda mahsur kalırdı. Hâlâ bedenlerindeyken kendilerini en çok etkileyen anıları, bu adacıklarda kendilerine sık sık görünürdü ve bunun bilincinde olmazlardı. Her seferinde bu anı ilk kez yaşadıklarını sanarlardı.
Mavera düşüncelere dalmış bir şekilde dışarıyı seyrederken yabancının sesini duydu.
"İnmeyecek misin?"
Kız, anlamaz bir şekilde cevap verdi. "Tren henüz durmadı."
"Bu tren yalnızca ilk ve son duraklarda durur."
Genç kız oturduğu yerden kalkıp vagon kapılarının önüne geldi. Kapının camından dışarıya baktığında trenin yavaşça yeryüzüne doğru alçaldığını gördü. Fakat bir sorun vardı. Tren yeryüzüne yaklaşıp yavaşlasa da durmuyordu. Ne yapması gerektiğini düşünürken yabancı arkasından kulağına fısıldadı.
"Atlamalısın."
Tepeden tırnağa ürperdi.
"Ölmemi mi istiyorsun?"
Yabancı cevap vermedi. Onun yerine vagon kapısını açtı.
"Burada inmelisin." dedi yabancı. Bastonunu tuttuğu eliyle rüzgârdan uçup gitmemesi için şapkasını tutuyordu. Diğer eli ise genç kıza doğru uzanmıştı ve dudaklarında küçük bir gülümseme vardı. Mavera çokça tereddütlü olmasına rağmen yabancının elini sonunda tutmuştu. Fakat bundan sonrasının nasıl olacağını bilmiyordu. Güvendiğinden değildi uzattığı elini kabul edişi. Kaybolmaktan korkuyordu. Bu dünyanın büyüsünden midir bilinmez ama, çoktan kaybolduğunun farkında değildi.
"Bana ayak uydur." dedi yabancı.
"Ne anlam-"
Kendini boşlukta bulduğunda yarım kalan sözü çoktan havaya karışmıştı. Boşluğa doğru atlamış olmanın verdiği şok, genç kızın nefesini kesmişti. Ayakları yere basmıyordu ve hissettiği heyecanla korku duygusu birbirine karışmıştı. Yabancının elini sımsıkı tutuyordu. Öyle olsa bile bu onu ölümden kurtarır mıydı?
Aşağı doğru düşerken sonunun geldiğini kabullenmişti. Şimdi mavi çiçeklerin üstüne doğru hızla yaklaşıyordu. Gecenin, iki parlak ayı gökyüzüne çağırdığı zamanda mavi çiçekler kanatlarını kapatmıştı. Henüz birilerini ölüm için kucaklamak istemiyorlardı.
Ayakları yere güvenli bir şekilde değen genç kız, derin bir solukla dizlerinin üzerine çöktü. Elini kalbine götürdü. Hâlâ attığından emin oluyordu. Gözleri kızarmıştı ve burnu akıyordu. Bu durumdayken yanına mendil almamış olmaktan dolayı kendine kızması mantıklı değildi. Yabancıya bakmak için kafasını kaldırdığında onun yanında olmadığını fark etti. Derince burnunu çekip ayağa kalktı ve bir kez daha bakındı. Bu sefer onu buldu. Bir ağaç dalının üstüne oturmuş gökyüzünde birbirine meydan okuyan iki parlak aya doğru bakıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ruh Mimarı
FantasyAlçalan trenin kapıları açıldı ve içeriye biri girdi. Silindir şapka takan ve yüzünün üst kısmını siyah tülle örten biriydi içeri giren. Üzerinde siyah uzun paltosu ve elinde yılan başlı bir bastonu vardı. Yavaş adımlarla vagonda ilerlemeye başladı...