¹⁵Meriç'in Tutsağı

92 22 28
                                    

Gece sarayı; kuleleri bulutlara kadar uzanan, lacivert mermerden altın desenli dış duvarlarıyla ihtişamın doruk noktasına ulaşmış, değerli taşlarla süslenerek zenginliğin sembolü haline gelmiş Askan'ın en kudretli saraylarından biriydi. Saray, Umay'a ve emri altındakilere ev sahipliği yapıyordu. Bütün gezegenin en önemli meseleleri bu sarayın büyülü duvarları arasında tartışılıyordu. Gece sarayında yaşamaya layık olmak basit değildi. Oraya girebilmek için birçok fedakârlık ve sağlam bir yürek gerekiyordu.

Sarayın ucundan diğer ucuna gidebilmek için yürümek kesinlikle yanlış bir seçenekti. Yürüyerek bitirilemeyecek kadar büyük sarayın bahçelerinin ve ormanlarının içinden nehirler, şelaleler akıyor her bir karış toprağa hayat veriyordu. Bu su kaynakları sayesinde birbirinden lezzetli yemişler ve meyveler sarayın bahçelerinde yetişiyor, bazıları şehir halkına bazıları da saray halkına dağıtılıyordu.

Daha önce görülmemiş nadir bitkiler bu sarayın içinde büyüyorlar dünyanın en iyi ilaçları ya da zehirleri oluyorlardı. Yüksek bir tepenin üstüne kurulu bu saray gizemli parıltısıyla gece gökyüzünün bir parçasıydı adeta. Onu uzaktan bir yıldız gibi gören halk, hakkında efsaneler uydururdu. Dünyanın dört bir yanından gelen gençler bir gün bu sarayın koridolarında yürüme hayali kurarlardı. Bu yüzden dünyanın daha öbür ucundan Askan'a eğitim almak için gelen binlerce kişi vardı.

Bu ihtişamlı sarayın altında derinlere inen büyük bir mahzen vardı. Çok eskilerde mahkumlar için kullanılan bu mahzenin şimdiki kullanılma amacı farklıydı. Bu yüzden mahzenin hücreleri yalnızca böcek türünde karanlığı seven zararsız yaratıklara ev sahipliği yapıyordu.

Taşlı zemin üzerinde yankılanan adım sesleri duvarlara çarpıp yok oluyordu.

"Söylediğiniz üzere kızı saraya yerleştirdim lakin aklıma takılan bir soru var."

Efendisinin sessizliğinden yararlanıp sözlerine devam etti.

"Saray konum itibariyle Gece sarayına çok yakın, bundan sebep herkesin dikkati onun üzerinde. Aklınızda ne var?" Dedi meraklı ses tonuna tezat ifadesiz yüzüyle.

Efendisinin kulağı başka yerlerdeydi. Silik notaların fırtına öncesi sessizliğini andıran fısıltıları onun gibi birinin duyamayacağı bir şey değildi.

"Müzik, ruhumu tutsak etti Kagi. Sen de duyabiliyor musun?"

Efendisinin kendisine verdiği cevabı tıpkı öncekiler gibi anlayamamıştı Kagi. Alâkasız gibi görünse de aslında sorularına aldığı cevap genelde böyle kafa karıştırıcıydı. Bunu ancak bütün herkes kendi rolünü oynadıktan sonra anlayacaktı. Her zaman böyle olmuştu. O zamana kadar sabırla beklemesi gerekiyordu. Anladığı tek şey, o kızın bununla bir alakası olduğuydu.

Efendisini bir adım gerisinden takip ederken ardından gelen dört kişi de onları takip ediyordu. Gölgenin çocuklarıydı onlar. Kimliksiz ve bedensizlerdi. Yüzlerini görmek mümkün değildi. Belki de bir yüzleri olmadığı için ince bir toz tabakası gibi üstlerinde duran başlıklı pelerinlerinin altına gizleniyorlardı. Ancak önemli olan bu değildi. Önemli olan sadakatleriydi. En büyük özellikleri efendilerine sadık olmaktı. Kagi'yi çok uzun zaman önce efendileri olarak kabul ettiklerinde, her yerde bir gölge gibi peşinden onu takip ederlerdi. O kime uyarsa onlar da ona uyardı.

Kagi her zamanki kıyafetlerini giyiyordu. Beyaz kıyafetleri karanlık, geniş ve soğuk mahzene tezatlıkla tertemizdi. Etek ve kol uçlarında yakalarında olduğu gibi işlemeler vardı. Efendisi ise sıklıkla siyah giyer karanlığın içinde yok olurdu. Siyah ceketini sırtına atmış mahzende ilerlerken, siyah çizmeleri tak-tuk sesler çıkararak mahzende yankı yapıyordu. Yine tamamen siyah gömleği ve kumaş pantolonu en kaliteli kumaşlardan dikilmiş pahalı giysilerdi. Onların burada olduğunu tıpkı mahzenin varlığından haberdar olmaları gibi çok az kişi biliyordu.

Ruh MimarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin