Sekiz kıtası olan, sekiz kıtasında da olağanüstü zenginlikler barındıran ve her biri birbirinden farklı coğrafi güzelliklere sahip toprakları olan La-Firya gezegeni tüm cömertliğine rağmen kimsenin gözünü doyuramamıştı.
Değeri fark edilene kadar Şanlar bölgesi; göz alıcı parlaklıktaki madenleri ziynet eşyalarında kullanmak amacıyla kazılan basit bir topraktı. Zenginliğiyle ünlü Palmira kentinin kızları özellikle takılarında bu bölgeye özgü madenlerden çıkarılan taşlarla ilgileniyorlardı. Bu madenlerin teknoloji ve büyü için güçlü birer enerji kaynağı olduğu keşfedilene kadar da bu değerli taşlar kollarda, bileklerde ve gerdanlarda yalnızca eşsiz bir görüntü sergilediği için kullanılıyordu. Madenlerin marifetleri keşfedildiğinde adı Şanlar bölgesi olarak yer edinen bu topraklar için çok fazla savaş verilmişti. Nihayet harp bitip zaferler kazanıldığında teknoloji çağı başlamıştı. Büyük sağlam duvarlarla çevrili bu bölgede makineler her yeri kaplamış, büyük metal bir şehre dönüşmüştü. Uzun bir süre madenlerden çıkarılan taşlar onlara enerji kaynağı sağlamış ve teknolojik ilerlemeler Askan'dan destek görmüştü. Aynı zamanda madenlerden çıkarılan taşlar ihracatla büyücüler birliği dahil olmak üzere dünyanın dört bir yanına satılarak gelir de elde edilmişti.
Mevsimler geçip savaşlar neredeyse unutulduğunda nihayet fırsatını toplayan bazı gruplaşmış büyücüler bu şehre saldırmak için büyücüler birliğine ihanet etmiş ve Thuban'ın saflarında yer almışlardı. Bu metalden oluşan kentin damarlarında damla damla toplanan kan bir gecede bazı büyücü grupların saldırmasıyla oluk oluk akmaya başladı. Yüksek surlar taştan ve metalden inşaa edilmişti. Surların üzerinde bulunan gözcü kuleleri tehlike anında geniş menzilli lazer ışınlarıyla savunma gerçekleştirebiliyordu.
Ve uzun zaman sonra bu metropol şehri tekrar bir saldırıyla tehlike altındaydı. Büyücüler kara büyüyle eğittikleri ejderhaların sırtında ve dev kertenkele sürüleriyle surların çevresindeydiler. Bir işgal başlatmak üzere örgütlenmiş ve Thuban müritleriyle metropol şehrini ele geçirmeye heveslenmişlerdi.
"Kara büyü çok güçlü!" diye bağırdı komutan Yezar. Üstüne kuşandığı zırh, kara metalden parlıyordu.
"Biz de çok güçlüyüz." Valeria ömrünü bu şehre adamıştı. Kanlar akmadıkça şehri teslim etme niyetinde değildi.
Büyücüler asalarıyla bir depremi çağırdıklarında şiddetli sarsıntılar ve çatlaklar yer altından şehre ulaşmıştı. Depremleri önleyecek bir teknolojileri yoktu. Ama pes etmek bu uğurda savaşan atalarına hakaret olurdu. Metal kelepçeler ayak bileklerine bağlanmış onu sarsıntının şiddetinden korurken komutan Valeria alev alev yanan gözlerle gökyüzüne doğru bakıyordu. Yardım istemek için çok geçti. Fırsatı olsa dahi bu şehre yapılan yatırımların boşa gitmediğini göstermek zorundaydı.
Kuleler hedeflerini ejderhaları süren kara pelerinlilere yönelttiğinde, yeşil lazer ışınları önüne çıkan her maddeyi karadelik misali yok etti. Kara pelerinliler beş kişiyi kaybetmişti. Etkisi azalsa da hala süre gelen sarsıntılar Valeria'ya etki etmiyordu. Büyüler ve ışınlar metal zırhından yansırken surların en önünde emirler yağdırıyordu.
"Daha fazla yaklaşmalarına izin veremeyiz. Zırhlıları çıkarın, surların dışına ilerliyoruz!"
Metal kapılar ağır bir sürtünme sesiyle açıldı ve zırhlı araçlar kapılardan akın akın çıkmaya başladılar. Dikenli gövdeleri dışarıdan yaklaşılmasına engel oluyordu ancak büyücüler farklı tekniklerle saldırabilirdi.
Yayan bir büyücü asasını döndürüp yere vurdu. Asanın ucundan toprağa yayılan damarlar büyüyüp toprakta geniş çatlaklar oluşturudular. Zırhlının altında duran çatlaklar derin bir çukur açarak zırhlıyı içine çektiler. Diğer yayan büyücüler de liderlerini takip ederken fırtınalar ağaçları sallıyor, kumlar ve yapraklar her yere savruluyordu. Yerin altına açılan büyük çukurlar öndeki zırhlı araçları saf dışı bırakmışlardı. Ön saflarda komutayı yöneten Valeria ve Yezar sakinliklerini korurken aynı zamanda surların karadan aşılmasına engel olacak tedbirleri devreye sokuyordu. Surların üzerinde bulunan parlak taşlar metallerin arasında yolculuk yapıp birbirleriyle bağlantı kurarak yıldırım kadar tehlikeli bir akım oluşturdular. Bu metropol savunma uzmanlarının, düşmanın surları tırmanma durumunda geliştirdikleri yeni bir sistemdi. Bu sistem şehrin bazı bölgelerinde de mevcuttu. Aynı zamanda havadan gelen her türlü tehdite karşı şehri bir cam kavanoz gibi örtüyordu. Alevden toplar kalkanın üstüne dolu gibi yağar ve sertçe çarparken kalkan, şehri ağır tahribattan koruyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ruh Mimarı
FantasyAlçalan trenin kapıları açıldı ve içeriye biri girdi. Silindir şapka takan ve yüzünün üst kısmını siyah tülle örten biriydi içeri giren. Üzerinde siyah uzun paltosu ve elinde yılan başlı bir bastonu vardı. Yavaş adımlarla vagonda ilerlemeye başladı...