Minho, prensin atını tımar etmeyi bitirdiğinde yelelerini güzelce taramıştı. Atın tamamen mükemmel göründüğünden emin olduktan sonra da burnunu okşamış, kenardaki elmalardan biriyle beslemişti.
"Meşgul müsün?"
Arkadan Seungmin'in sesini duyduğunda dönmeye uğraşmadan derin bir nefes almıştı. Şimdi ne için buradaydı? Uğraştığı yetmiyor muydu?
"Gördüğün gibi, evet."
"Felix kendini çok çabuk toparladı. Bugün mutfakta çalışıyor."
"Tamam."
Minho bir tane daha elma aldığında at hiç beklemeden elmayı Minho'nun elinden kapıp yemişti. Minho da bunun üzerine gülümseyerek atı okşamıştı.
"Özür dilemeye gelmiştim."
"Evet, şimdi de gideceksin."
"Özrümü kabul etmeyecek misin?"
Minho, en sonunda ellerini kıyafetinin ceplerine sokmuş ve başını geriye atarak derin bir nefes almıştı. Bunu yaparken de Seungmin'e dönmüş ve ardından sırtını tahta sütuna yaslamıştı.
"Sen ve senin gibiler için çok kolay değil mi özür dilemek? Yap, yap ve hiçbir şey yokmuş gibi özür dile. Özür dileyince dediklerin zihnimden silinebilir, değil mi? Söylesene, iş işten geçtikten sonra üzgün olmanın ne faydası var? Üstelik geçmişim hakkında en ufak bir fikrin bile yok. Ailem hakkında hiçbir bok bilmiyorsun. Durum böyleyken gelip özür dilemen seni iyilik meleği yapmayacak."
Minho her ne kadar sakin dursa da sert bir ses tonuyla konuşuyordu. Sinirini bastırmak istiyor gibiydi.
Hayır, bu sinir değildi. Belki... kalp kırıklığı? Üzüntü?
"Biliyorum, faydası yok. Bak, sadece seninle aram daha kötü olmasın diye çabalıyorum tamam mı? Benim ailem senin yüzünden öldü. Bunu unutup seni sevebilir miyim sanıyorsun?"
"Felix'e kendini, sonucunu bilmediği bir şeyi yaptığı için suçlamamasını söyledin ama konu bana gelince suçlu mu oluyorum? Seni bilemem ama şahsen ben geleceği göremiyorum."
Birden bire sarayın girişinde birilerinin prensin geldiğini bağırdığını duyduklarında Seungmin akan birkaç damla göz yaşını silmiş ve sarayın girişine bakmıştı. Aynı zamanda Minho ise sırtını sütundan ayırmış, "İkiyüzlü herif." diye mırıldandıktan sonra Seungmin'in omzuna çarparak sarayın girişine ilerlemişti.
Sarayın kapısının önüne saray halkından birsürü kişi doluşmutu ancak normal halktan pek ses gelmiyordu. Prens önce onları görmeye gitmiş olmalıydı.
Prens, bir tahtırevanın içinde saraya girdikten sonra tahtırevanı taşıyanların onu indirmesini beklemiş ve ardından dışarı çıkmıştı. Birkaç dakika önce ağlamış gibiydi ancak şu anda tüm içtenliğiyle gülümsüyordu.
"Prensim, hoş geldiniz! Size özel olarak yokluğunuzda en sevdiğiniz çiçekleri yetiştirdim!"
Jeongin, prense yaklaşarak önünde eğildiğinde prens genişçe gülümsemiş ve elini Jeongin'in omzuna koyup doğrulmasını sağlamıştı. Ardından elini çekip Jeongin'in saçlarına götürmüş, hafifçe karıştırmıştı.
"Bugün de ışıldıyorsun, Jeong! Yarın bahçeyi gezerken bana eşlik etmeye ne dersin? Bugün dinlenmek istiyorum."
"Seve seve, prensim."
"Hadi ama, anlaştığımızı sanıyordum. Bana nasıl hitap edecektin?"
Jeongin, "Jisung hyung." diye mırıldandığında prens Jisung memnuniyetle başını sallamıştı. Asla resmî hitap şekillerini sevmemişti ve özellikle Jeongin gibi sevdiği bir arkadaşı tarafından resmiyet görmek garip hissettiriyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kill The King (Stray Kids)
Fiksi PenggemarKoskoca bir krallığı avucunda tutan kraldan neredeyse kimse memnun değildi. Eh, birilerinin de onun yönetimine son vermesi gerekiyordu. Ship: ? × ? Yetişkin içerik: Cinayet/idam, küfür, argo, cinsel taciz/istek dışı cinsel birliktelik.