1 hafta, koskoca bir haftadır ne okula gidiyordum, ne dışarı çıkıyordum. penceremi dahi açmıyordum. kapıma arada gelen arkadaşlarımı kovuyordum. birkaç kere arayan yeonjun'u her yerden engellemiştim. whatsapptan, instagramdan... bana ulaşabileceği tek bir açık kapı bırakmamıştım.
ilaçlarımın hepsini çöpe boşalmıştım. o aptal ilaçlar hiçbir şeyi düzeltmiyordu. beynimdeki sesler susmuyordu. her yeri dağıtmak istiyordum. ki yapıyordum da. her şeyi kırıp döküyordum.
normal birine göre aşık olmak, daha doğrusu platonik aşık olmak arada yaşadığın minik depresyonlarla geçer, bir süre sonrada unutulurdu. ama bende böyle değildi bu sevme durumu. aptal hastalığım beni delirme raddesine getiriyordu. kafamın içine fareler dolaşıyor her bir yanımı kemiriyorlardı.
zaten şiş olan yüzüm kaç gündür ağlamamdan dolayı daha çok şişmişti. okula gitmediğimden dolayı çoğu konum eksik kalmıştı. arin her akşam atıyordu ama ben çalışmayı bırakın bakmaya bile üşeniyordum. üstelik 2 hafta sonra dönem sınavlarını verecektim.
yani açıkçası bitiktim. elimde avucumda hiçbir şey yok gibi hissediyordum. felix'e kırgındım. yeonjun'u çağırdığı için değil, beni çağırmadığı için.
yeonjun'a ise hem kızgın hem kırgındım. tamam, benimde suçum vardı. onu evden kovmuştum. kovmuştum çünkü bencil olamazdım. felix'i düşünmem gerekiyordu. ama beni bıraktığı gibi ona gitmesini beklemiyordum. hala beni öptüğünü düşününce karnım ağrıyordu.
tıklatılan kapımla uzandığım yerden doğrulmuştum. başım ağrıyordu. üstümdeki battaniyeyle kapıya gittim.
"kim o?"
"soobin." diye seslenen sesi duyunce geri uzandığım yere dönmeye hazırlandım.
"gitme, açsan ya kapıyı."
"git, yeonjun." dedim. ama uzaklaşmadım kapıdan. aksine sırtımı kapıya yaslayıp yere çöktüm.
"tamam, bari telefonunu aç. tüm mahalleye duyurmak istemiyorum." dedi yeonjun. göz devire devire yanıtladım aramasını. umursamıyor ya da ilgilenmiyor gibi görünüyordum. ama deli gibi merak ediyordum.
"şükürler olsun. iyi misin?"
"hhmm."
"kapının önünde ilaçların var. ben gidince al tamam mı?" benimle ilgilenmeseydi keşke.
"tamam, konuşmayabilirsin. beni dinlemen yeterli. öncelikle üzgünüm. dengesiz davrandığım için çok ama çok üzgünüm soobin. yemin ederim geçerli sebebim var ama şimdi söyleyemem. felix beni oraya vedalaşmak için çağırmıştı. hiç gitmek istemedim soobin. sen kuzenin için beni kovarken ben hiç istemedim. çok ısrar etti, kırmak istemedim." dedi. titrek bir nefes aldı.
"oraya gidince bana sarıldı, sanırım senden hoşlanıyorum dedi."
"bana nasıl çıktığınızı anlatacaksan kapatacağım." dedim. yapardım da. hafifçe güldü.
"bir dinle soobin. ama ben ona karşılık vermedim, veremedim. başkasını seviyorum dedim. sadece burukça gülümsedi. 'soobin'i seviyorsun değil mi?' diye sordu."
"ne?" felix nerden biliyordu?
"kafamı salladım. sen nerden biliyorsun diye sordum. bakışlarından dedi." hafifçe gülüşünü tekrar duydum.
"bakışlarından mı? hem felix üzülmüştür. kapat, onu aramam lazım." beni yüzümden üzgündü.
"üzülmedi, gerçekten. bana dedi ki 'soobin'i mutlu et. o her şeyin en iyisini hakediyor.' "
gözlerim doldu. yeonjun'la aramda kalan tek şey kalp kırıklıklarımdı.
"kalbimi paramparça ettiğinden haberin var mı? her seferinde düşündüm. niye bana çirkin diyor diye? bunları nasıl düzelteceksin." dedim titrek sesimle. kapının öbür ardındaydı, yer soğuktu büyük ihtimalle. ev ise sıcaktı. kapıyı açıp içeri almak istedim.
"bir daha üzmeyeceğim seni. o kırıklarını yeniden birleştiremeyeceğim belki, birleştirsemde eskisi gibi olmayacaktır. ama sana yeni bir kalp verebilirim." dedi yeonjun. inanmak istemiyordum. mantığımla kalbim her zamanki gibi yine bir kavgaya tutuşmuştu. ve yine onca kırıkla dolsada kavgayı kazanmıştı. yerimden kalkarken kapıyı açmıştım.
bedenime dolanan kollarla gözümde dolu olan yaşlar sırtına akmıştı. buz gibiydi. belimi saran elleri buz kesmişti. kapıyı ittirip içeriye çektim bedenini. geri çekildim bana sarılan yeonjun'dan.
"odama geç, yorganın altına gir. üşümüşsün." dedim. kafam eğikti.
"sende gelecek misin?"
"geleceğim, git hadi." bana gülümseyerek odama ilerlemişti.
yeonjun'un bahsettiği ilaçları aldım kapının önünden. olası bir kavga ihtimaline karşın içtim hepsinden.
içim pek rahat sayılmazdı. nedeni ne eski kırıklıklarım ne de dengesiz yeonjundu. nedeni felix'e ihanet etmiş gibi hissetmemdi. en kısa zamanda onunla konuşmayı aklıma not etmiştim.
odada bekleyen yeonjun'u bekletmemek adına girdim odaya. yatakta uzanmış boynuna kadar çekmişti yorganı, yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. ona hafifçe gülümseyip bende yatağa ilerledim. yorganı açıp altına girdim. ben ne olduğunu anlamadan yeonjun beni belimden tutup dibine çekmişti.
"böyle daha iyi." deyip burunlarımızı birbirine sürtmüştü.
"hala bana vermen gereken bir kalp var." dedim gülümseyerek. elini çeneme götürüp okşadı. böyle sevecekse hemen benim olurdu bahsettiği kalp.
"öpsem mi seni?" dedi. omzuna vurdum hafifçe.
"yapma öyle bir şey. döverim seni."
"sana sormuyordum ki." dedikten sonra bir anda dudaklarımı sertçe öpmüştü.
yeonjun'un karşısında çıplak kalmaya utanmayan ben kafamı eğip göğsüne yaslamıştım. saçlarıma tüy kadar hafif bir öpücük bırakırken ben kısa sürede yorgun bedenimle uykuya dalmıştım.
soobin niye bu kadar çabuk affetti diye sorarsanız söyleyeyim aşık sonuçta üstelik kendinden çok başkalarını düşünen bir yapısı var bu da hastalığından kaynaklanan bir şey
bu arada artık günde daha çok bölüm atacağım okulum tam açılmadan bu fici bitirmem gerek ondan sonra biraz ara vereceğim zaten
ve son olarak şuan sevgili olmadılar sadece soobin ona minik bir şans tanıdı diyelim
HAMMM YEONKAI'MMM