Teyvat saatine göre ayarlanmış dijital saatin pembe ve mor ışıkları, karanlık yolcu kabininde bulunan ince yatakta boylu boyunca uzanan genç adamın alımlı vücut kıvrımlarını aydınlatıyordu. Esmer tenli genç adamın yavaşça inip kalkan göğsüyle birlikte dudaklarının arasından kaçan uykulu soluk alış verişler, karanlık kabine oksijen sağlayan dönüştürücü makinenin 'gır gır' sesleriyle garip bir ahenk oluşturuyordu.
Çok geçmeden bu sessiz ahengi açılan kapının aralığından göz süzen bir başka genç adam bozdu. Sarı saçları omuzlarına inen, bir gözünde sade renkli bir bant, üzerinde salaş bir gömlek ve siyah kumaştan bir pantolon bulunan bu adam, oda sahibinin uyuyor oluşuna aldırmaksızın kapı aralığından içeriye dalan ışığın esmer adamı uyandırmasına izin vermiş ve yüksek sesle ona hitaben konuşmaya başlamıştı.
"Bay Alberich. Varış noktasına ulaşmış bulunmaktayız, efendim."
Sarışın adamın bu kabaca uyandırışına tezat kibarca hitap ettiği şahıs, dünyaca hatta 'evrence' ünlü koleksiyoncu Kaeya Alberich idi. Bay Alberich, ömrü yıldızlara ulaşsın, tüm evrene yetecek kadar yeteneğe ve sanat kabiliyetine sahipti. Tüm bu imkanlara milyar moralar sayesinde sahip olduğunu söylemeye gerek bile yoktu. Onca göz kamaştırıcı ve 'ruh yükseltici' koleksiyon galerisiyle yalnızca dünya halklarının değil evren halklarının da gönlünü fethetmiş birinden söz ediyorken moranın lafı bile olmazdı! Hem Bay Alberich bu galerileri gezegenden gezegene dolaşıp itinayla bir araya getirdiği nadide parçalarla, bin bir zahmete girerek, fedakarlıklar yaparak oluşturuyordu. Bu fedakarlıklar kimi zaman ne idüğü belirsiz yaratıklarla mora yarışına girerek yapılıyordu. Kimi zaman ise bu eserleri dünyaya ulaştırma sırasında, gezegen muhafızlarından canlı kurtulabilmek için soylu popolarına değer biçmek durumunda kalınarak yapılıyordu.
Tüm bu emeğin yanında moranın lafını etmek asil beyefendiye büyük bir saygısızlık olurdu!
Popolara değer biçmekten bahsetmişken; evrence ilgi gören bu galerilerin yanı sıra, genç koleksiyoncunun güzelliği ve onun kadar olmasa da alımlı -bunu kendisi söylüyordu- uşağı Dainsleif de cinsiyet ve yönelim fark etmeksizin her yaştan ve yaratılıştan varlığın içinde cazibe uyandırıyordu. Genç koleksiyoncu bazı zamanlar kendilerini bile galeride sergilemenin, hatta uşağını açık artırmaya çıkarmanın şakasını yapıyor, sonrasında uşağının sessiz, yargılayıcı bakışlarından yola çıkarak bunun yalnızca bir şaka olarak kalması gerektiğini düşünüyordu.
Hikayemize geri dönecek olursak; Kaeya Alberich, muhtemelen hala bu şakalardan kuyruk acısı bulunan uşağının kaba-kibar uyandırışına maruz kalmış ve gözlerini pençeleyen ışıktan rahatsız olup arkasını dönerek o değerli poposunu Dain'in görüş alanına sokmuştu.
"Mmhnm Dain... Biraz daha zaman ver..."
"Genel görelilik kuramı derslerimize geri dönmek istemem fakat bu beni üçüncü kovuşunuz efendim. O yüzden izin verin sizi yatağa çeken kuvvete müdahale edeyim."
Dainsleif, sadık bir uşak ve iyi bir arkadaştı ancak bu işe başvururken 'sabırlı olmak' ve 'çocuk bakıcılığı geçmişi' şartları aranmasının arkasında yatan sebebin genç koleksiyoncunun şımarıklığı olduğunu bilseydi yine aynı istekle başvurup bu şartları görmezden gelir miydi orası şüpheliydi. Bu yüzden Kaeya hem bu kadar yakışıklı hem de kendisine katlanabilen birini işe aldığı için kendini oldukça şanslı sayıyordu. Onu işe aldığı günü daha dün gibi hatırlıyordu! Başvuru listesinde yer alan yalnızca üç isim vardı: biri, olur da kimse başvurmaz diye sırf üzülmemesi için yazılmış olan yakın bir arkadaşının ismi. Jean Gunnhildr. Bir diğer isim ise yalnızca parmak izinden oluşan yaşlı bir kadına ait. Yanına yabancı bir el yazısıyla not düşülmüş. Madam Ping. Ve son isim ecele dek yanından ayırmayacağı sadık bakıcısı Dainsleif'den başkası değildi.
Dainsleif efendisinin uyuşuk bedenini bir balık leşi edasıyla omzuna asarken o günü hatırladı ve içinden bir kez daha lanetler okudu. Geminin kontrol odasına giden ışıklı koridorda ilerlerken Kaeya gözlerini araladı ve uyanır uyanmaz gördüğü ilk şeyin uşağının poposu olması sebebiyle gülümsedi.
"Kumaş giymişsin. Tüh."
"Bir daha açık artırmaların olduğu günlerde içkinin bokunu çıkarıp sızmamanızı öneriyorum."
Kaeya kaşlarını çatıp kafasını kaldırdı.
"Ne dedin sen?"
"Geçtiğimiz gezegende ismini okuyamadığınız şu içki efendim. 'Bokunu'."
"Aah. Demek ismi buymuş. Iyi vurdu yalnız. Keşke sen de deneseydin."
Dainsleif iç geçirip genç efendiyi kontrol odasının süslü koltuğuna oturttu. Kontrol odası bir uzay gemisinden ziyade, tamamen Bay Alberich'in zevklerine uygun olarak devasa bir disko salonu gibi süslenmişti. Kontrol panelinin üzerindeki tuşlar ve kollar aynalı taşlarla bezeliydi, zemin ışıklı karolarla kaplıydı, önlerinde bulunan devasa cam panel gezdikleri gezegenlerden aldıkları kartpostallar ve süslü etiketlerden kapanmaya yüz tutmuştu. Kaeya tüylü, pofuduk koltuğunun içinde bir kedi gibi kıvrılıp esnedi ve kendisine kahve uzatan uşağına gülümseyerek baktı.
"Sağ ol şekerim."
"Rica ederim efendim. Gezegen Gluposti, inişimiz için onay bekliyor. Onca beklemeden sonra bir gezegenin geminin inişi onay için beklediği ilk uzay gemisiyiz."
Kaeya aheste aheste kahvesini yudumladı.
"Aah di'mi. Normalde gemiler iniş yapmak için bu yavşakların onay vermesini bekliyor. Güzel. Bırak beklesinler. Bu olayı gemimizin şanlı anı defterine yazalım. Bu önemli görevi de sana devrediyorum canım."
Dainsleif efendisinin suratına şanlı bir anı bırakmamak için yumruğunu sıktı, gözlerini yerden ayırmadan cevap verdi.
"Iniş onayı aciliyet gerektiriyor Bay Alberich. Hemen onay vermezseniz bizi düşman olarak ni-"
"Ama kulaklarımı tırmalıyorsun Dain. Sana kaç kere bana ismimle seslen diye tembih ettim! Bunca yıllık dostluğumuzu bir resmiyetin pençesinde heba ediyorsun. Alınacağım artık."
"Hemen onay vermezsen kıçımızı havaya uçuracaklar, Kaeya."
Kaeya oturduğu yerden sevinçle ayaklarını bir çocuk gibi öne arkaya sallayıp bardağını kontrol panelinin üzerine bıraktı. Bardağın kenarından sızan kahve panelin tuşlarından içeriye damladı.
"Sonunda! Çabuk anlıyorsun Dain! Aferin sana! Haydi yapalım!"
Dain ve Kaeya birbirlerine baktılar. Kısa süreli bir sessizliğin ardından Dain sordu.
"Neyi yapalım?"
"Grup kucaklaşmasını!"
Dain sabrının son kırıntılarını parmağının ucuyla sıyırmış, kucaklaşmak için eğilmek üzereydi ki Kaeya kollarına vurup onu durdurdu.
"Tabi ki de onu demiyorum şapşal! Kıçımızı havaya uçuracaklar Dain. Onay verelim hemen."
Dain doğrulup kollarını birbirine bağladı.
"Bunu geminin kaptanı olarak sizin yapmanız gerekiyor."
"Aah hadi ama Dain. Kimin yaptığına bakmıyorlar ya. Ara sıra kaptanlık görevini üstlenmek sana tecrübe kazandırır."
"Bunu sizin üstlenmeniz geminin kaptanı olarak size daha çok faydalı olurdu."
Kaeya gözlerini kısıp uşağına dik dik baktı. Biraz önce kaptanlık ismine yapılan ince hakaret umrunda bile değildi, çünkü ne demek istediğini anlamamıştı.
"Dain, bak yine yapıyorsun. Sizli bizli konuşmayı ne zaman bırakacaksın artık?"
"Sadece üzerinde 'onay' yazan butona bas seni şımarık piç kurusu."
Kaeya butonu ilk defa görüyormuş gibi gözlerini kocaman açıp şaşkınlıkla baktı ve yumruğunu düğmeye defalarca vurup bakımını ihmal ettiği gemisinin tutukluk yaparak inişini izledi. Gemi yeryüzüne inerken kontrol panelinin bozuk hoparlörlerinden cızırtılı bir sesle anons yapılıyordu.
"Bağımlılar gezegeni Gluposti'ye hoş geldiniz!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Balık İstifi
Fanfiction[dainkae/ luckae] [sci-fi] [absürt] [+18/gore] [smut] Genshin Impact hayran kurgusu. Kaeya Alberich, sadık hizmetkarı Dainsleif ile can sıkıntısından gezegenden gezegene seyahat eden ve gözüne çarpan nadide parçaları biriktiren şımarık bir koleksiyo...