"Sıkı tutun." Jungkook'un arabadan hallice motorunun arkasına yerleştikten sonra gözlerimi devirdim. Kafama taktığım kasktan muhtemelen belli olmuyordu ve tabii arkasında oturuyor olmamdan da kaynaklanıyor olabilirdi ama benim aklıma ilk kask geldi o yüzden bozuntuya vermeyin.
"Acemiyim diyorsun yani?" demiştim. Jungkook'un bir işte acemi olması imkansız falandı ama yine de ona sataşmak dünya üzerindeki en mazoşistçe şeydi, evet, acı bana kesinlikle zevk veriyordu.
"Formalite gereği söyledim, seni düşüreceğimi mi düşündün? Asla."
Tahmin edemediğim bir hızda sürdüğü motoru yüzünden dediklerini zar zor duymuş olsam da, utanmıştım. Karşınızdaki kim olursa olsun size karşı bu kadar naif şeyler söylemesi ölümcüldü. Ölümcül derecede güzeldi.
"Ama başka şekillerde düşür..."
"Efendim?" dedim, dediği şeyi anlayamamıştım.
"Yok bir şey, tutunmaya devam et." diyerek gaza daha çok basmıştı. Ailem bir motora bindiğimi görse canıma okurdu. Aslında hızdan çok korkardım. Arabada 150 km/hızı geçen olursa kafamı koltuğa gömerdim. Veya fırtınalı günlerde gemiye binemezdim. Hele uçaklar, imkansız. Sanırım direkt taşıt korkum vardı, ama şuan hiç de korkmuyordum. Aksine, biraz özgür hissediyordum. Lise hayatımın hatırlanmaya değer günlerini Jungkook sayesinde yaşıyordum. Her şey ders değildi ve olamazdı, biraz eğlenmem, yaşlanınca hatırlamam gereken şeyler yaşamam lazımdı. En önemlisi de, geriyr baktığımda hatırlanacak şeylerin olması gerekiyordu. Boşu boşuna yaşanmış bir hayat olmamalıydı.
Bu yüzden Jungkook'a teşekkür etmem gerekirdi tabii ama, asla etmeyecektim.
"Geldik, alık." Jungkook kafamdaki kaska vurarak bana argo kelime kullandığında düşündüğüm her şey zihnimden silinmişti. Ondan nefret ediyordum ve bulduğum en uygun anda onu öldürecektim. Evet.
Planım buydu.Herneyse, Jungkook beni sıra sıra kafelerin olduğu bir yere getirmişti. Çeşitli konseptlere olan birden fazla kafe başımı döndürmüştü. Hepsine girip her birinde birer içecek yudumlamak istemiştim.
"Noldu daldın. Beğendin mi?" Demişti Jungkook. Beğenmek ne kelimeydi ki. Ölmek üzereydim buranın güzelliğinden.
"Oo, bugün açık sözlü günümüzdeyiz bakıyorum da.." O an aslında içimden düşünmeyip, dışımda konser verdiğimi fark etmiştim.
Jungkook hangisine girmek istediğimi sorduğunda hayatımın en zor sorusuyla karşı karşıya olduğumu falan düşünmüştüm. Seçmem biraz zaman aldıysa da en sonunda baştan üçüncü kafeye girmekte karar kılmıştım.
Jungkook ikimize güzel bir yerden masa ayarlatıp oturmamızı sağlamıştı. Gıcık olmadığı zamanlara bayılıyordum. Bu anlarda onu inceleme şansım oluyordu çünkü.
"Ne içmek istersin?" Jungkook'un sorusuyla irkilmiştim. Önümdeki menüyü yeni fark ediyordum. Sorduğu soruya vereceğim cevap belliydi.
"Çikolatalı Frappucino olsun." Hafif gülümsediğini fark etmiştim. Ne yani ben komik bir şey dememiştim ki? Kahve pek sevmezdim.
"Bana da caramel macchiato." diyip yaklaşık on saattir, abartıyorum tabiki de, başımızda bekleyen garsonu göndermişti.
"Seni affettiğimi sanma! Sadece canım sıkılmıştı o yüzden kabul ettim teklifini." Ne yani beni insan içinde rezil etmesini hemen unutacak mıydım? Bunun olacağını sanıyorsanız, yanılıyorsunuz. Ben elde etmesi zor bir insanımdır, Jungkook.
"Hadi canım! Ben de diyordum Taehyung nasıl bu kadar sakin.. nasıl bu kadar anlayışlı.. nasıl bu kadar insan..." dediğinde karşımda oturmasına rağmen koluna bir tane çakmıştım. Birkaç göz bize dönmüştü ama sorun değildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
paradise 𐤀
Fanfictionokul birincisi taehyung'un başarısız olduğu tek konu jungkook'un aşkını fark etmekti. |frenemies to lovers|