Uriel Belgin'e dönüp onu kollarına almak için karşı konulamaz bir istek duyuyordu ama bir karar vermişti ve bu Belgin için en doğru olandı öyle kalmalıydı, şu an arkasını dönerse her şey yeniden en başa dönecekti. Sanki ayakları yere çivilenmiş gibiydi.
Belgin aralarında dört, beş adım mesafe kalana kadar ilerledi artık neredeyse o olduğundan emindi.
_''Nesin sen?'' diye sordu.
_''Niye aklımdan çıkmıyorsun? Niye seni hem tanıyor hem de tanımıyor gibiyim? Ve neden şu an bana yüzünü dönmüyorsun? Dedi.
Uriel derin bir nefes aldı bu oradan ayrılmak için son şansıydı,
_''Sanırım beni biriyle karıştırıyorsunuz.'' Dedi ve hızlı adımlarla kendini caddede akan trafiğin içine attı.
Hızla gelen iki araçtan kendini çeviklik ile kurtardı artık yolun karşısındaydı. Belgin birkaç arabanın ona yol vermesini bekledikten sonra karşıya geçebildi ancak oraya vardığında kimse yoktu. Bu kadar kısa sürede kimse bu sokağı baştan sona yürüyemezdi, gördüğü adam bir anda kaybolmuştu sanki. Belgin biraz önce yaşananları düşününce şaşkına döndü. Kesinlikle oydu, sesi tıpkı hatırladığı gibiydi ama bir anda kaybolmuştu işte sokağa doğru sinirle bağırdı gözleri dolmuştu:
_''BENİMLE NEDEN OYNUYORSUN?''
Bu gizemli geceyi kovalayan birkaç günde, Belgin yaşanan bu olayı düşünmemeye çalışıyordu çünkü anlatacak kimsesi yoktu, kendine itiraf ettiğinde de kırgın hissediyordu. Üniversiteden bir arkadaşı vasıtasıyla kaydolduğu ajanstan gelen günlük işlere gidiyordu, böylece hem aklı boş kalıp da Uriel'i düşünmüyor; hem de para kazanabiliyordu. Bugün de Nişantaşı'nda bir markette sucuk standında çalışacaktı. Sıkıcı bir işti evet ama en azından eve döndüğünde içinde bulunduğu durumu düşünemeyecek kadar yorgun olmayı umuyordu.
O günde önceki günler gibiydi, gelen insanlara sucuk tattırıyor ve gülümsüyordu. Hafta içi olması sebebiyle sakin bir gündü. Öğle arasından sonra işine devam etmek için standın başına döndü çok geçmeden tanıdık bir ses onu düşüncelerinden çıkardı:
_''Belgin, seni burada görmeyi beklemiyordum. Nasılsın?''
Belgin ona seslenen kişiye döndüğünde Cengiz olduğunu fark etti.
_''Aaa Cengiz, İyiyim çalışıyorum işte görüyorsun'' diyerek muzip bir gülümseme ile ona bir kürdana takılı sucuk uzattı.
Cengiz gülümseyerek kürdanı aldı.
_''Kaçta çıkıyorsun buradan? Çıkışta seni alayım bir şeyler yapalım'' diye önerdi.
Belgin:
_" Aslında çok yorgunum sanırım eve gitsem iyi olur" diyerek teklifini geri çevirdi.
Cengiz:
_" Söz fazla tutmayacağım seni" diyerek ısrar etti. Vazgeçmeyeceğini düşünen Belgin:
_" Peki tamam o zaman saat dörtte çıkacağım" diyerek onayladı.
Cengiz:
_" Harika, Haydut'u veterinere götürecektim dönüşte seni kapıdan alırız o zaman" dedi ve gülümseyerek kasaların olduğu bölüme doğru ilerledi.
Belgin çıkış saati geldiğinde standından ayrıldı. Marketin arka kısmındaki odaya bıraktığı eşyalarını aldı. Telefonun ekranındaki yansımasından kısaca görüntüsünü kontrol etti. Kesinlikle bu en güzel görüntüsü değildi. Elleriyle hafif yağlanmış saçlarını düzeltti, dudak koruyucu sürüp dudaklarını bir miktar renklendirdi. Kapının önüne çıktığında Cengiz, yanında Haydut ile oradaydı onu görünce el sallayarak yanına geldi:
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ARZ CAZİBESİ
FantastikBir insan kadınının görüp görebileceği en yakışıklı erkekti. Kadim bir güzelliği vardı. Sadece tek bir kez bakmak bile insanı şair yapmaya yeterdi. Bal rengi bakışları insanı dilsize çeviriyordu. Yüzüne bakıldığında yaşını tahmin etmek mümkün değild...