Hani hayatınız düzene girince işte bu ya dersiniz ya. Sevinirsiniz ama içten içe de bir endişe olur içinizde. Ya her şey tepetaklak olursa ? Ya daha kötüye dönerse? Kurduğum her şey, üstelik9 sonunda mutlu olmuşken birden mahvolursa diye bir endişe. Artık o endişeyi hissedemiyorum çünkü zaten tepetaklak oldu. Onun gelmesiyle oldu.
Kendimi zorla toparlamış hatta Jimin'i bile affetmiştim. Sonunda mutlu olabilecektim. Hatta o mutluluk hissini 5 dakika da olsa yaşamıştım. Hayatımda iki dönüm noktası vardı. Biri Ji Woong'un hayatımdan çıkışı, ikincisi de Jimin'in hayatıma girişindi. Böyle bir kız olmak istemiyordum. Ayaklarım üzerinde durmak, hayatımının erkekler tarafından şekillendirilmesine izin vermek istemiyordum. Lakin önce Ji Woong, sonra babam, sonra Jimin derken hiç bir şekilde bitmiyordu. İtiraf etmek gerekirse bir tek Jimin'in hayatıma dahil olması beni mutlu hissettirmişti.
Karşımdaki denize bakıyordum ama ne dalga sesleri ne de mavi görüntü huzuru bulmamı sağlıyordu. Kapalı telefonuma döndüm. Açmak ve birileriyle konuşmak istiyordum ama bu sıralar herkesi kırmıştım. Gözlerimi kapattım. Tekrar Newyork'ta olduğumu hayal ettim. Jimin'le beraber, gece yarısı, iskelede olduğumu. Sudan çıkmamızla beraber titreyen vücutlarımız, ayaklarımın ucundaki elbise, onun parmağındaki yüzükler, pembe ıslak saçları..
"Tekrar o ana dönmek istiyorum" diye fısıldadım. Aklıma eski anılar geliyordu. Eski ben, eski babam, eski Ji Woong. Ayağa kalktım sonunda. Otele dönmeliydim. Bir duş almalı ve evime gitmeliydim. Jimin'le konuşup ona durumu anlatmam gerekiyordu. O gün onu bırakıp gitmek istemediğimi ama ayaklarımın benden bağımsız hareket ettiğini söylemeliydim. Arkamı dönüp yerdeki scooterı kaldırdım. Daha bir kaç adım atmışken ağacın dibinde duran Jimin'i gördüm.
"Beni ne kadar korkuttun haberin var mı ?" Dedi sakince. Çökmüş gözüküyordu. Göz altları mordu ve son gördüğümden bu yana kilo vermişti.
"Jimin"
"Neden ?"
"Ben gitmek istemedim ama-"
"Onu demiyorum Rosé. Neden haber vermedin ? Her yerde seni aradık. Aklıma gelen her yere baktım. Her yere"
"Biliyorum..haber vermem gerekti biliyorum. Üzgünüm. Ben..Jimin...ben üzgünüm. Seni öyle bırakıp gitmemeliydim. Ben" dedim gözlerim dolarken. Bir mal gibi konuşamıyordum bile. Bana doğru gelip sıkıca sarıldığında scooterı bırakıp beline sarıldım.
"Sorun yok. Gitmene kızmadım. Sadece endişelendim. Anlıyorsun beni dimi ?" Dediğinde kafa salladım. Beni kendinden uzaklaştırdı ve göz yaşlarımı sildi.
"Şimdi minik sincabım gülümsesin de tüm endişem gitsin" dediğinde ister istemez gülümsedim ve onu ittim.
"Ben sincap değilim" diye kızdığımda elini omzuma attı.
"Oh öylesin" dedi ve yerden scooterı kaldırdık. "Hemde en tatlısı. Şimdi buyurun hanımefendi"
"Teşekkür ederim beyefendi" dedim binerken. Hemen arkama geçtiğinde sıkıca tutundum.
"Şimdi seni mutlu mu etmeliyiz yoksa diğerlerinin yanına mı gitmek istersin ?"
"Kimseye açıklama yapmak istemiyorum şuan" dediğimde sahil yolundan çıktık.
"Güzel. Bende öyle düşünmüştüm" dedi kulağıma. Kalabalık caddelere girdik ve scooterı bıraktık. Elimi tuttu.
"Önce yemek mi yesek ?"
"Sana bağlıyım. Beni mutlu edeceğini söyleyen sendin"
"Tamam o iş bende" dedi telefonuna bakarken. Biri sürekli mesaj atıyordu. Telefonuna baktığımı görünce durdu.
"Jennie. Seni merak etti. Seni bulduğumu yazsam da mesaj yağmuruna tuttu. Arayayım. Ondan sonra seninim" dediğinde kafa salladım.
"Alo Jennie ? Rosé benimle. İyi merak etmeyin" dediğinde Jennie öyle bir bağırmaya başladı ki caddenin kalabalığına rağmen sesini duydum.
"Hayır. Dediğim gibi Jennie o iyi ve benimle. Akşam geleceğiz. Onu eve bırakırım merak etme. Tamam..tamam gelirim" dedi ve telefonu kapattı. Hala bırakmadığı elimi çekiştirdi.
"Kızgın mı ?"
"Kızgın demek hafif kalır. Akşam Namjoon'da olacaklarmış. Ah yani sizde" dedi boştaki elini ensesine atarken. Gülerek birleşik ellerimizi kaldırdım ve ona doğru döndüm. Eli omzuma dolandığına da bırakmadım. Kafasını eğip alnıma bir öpücük bıraktı. Beraber yemek yemeğe girdik.
"Ee neredeydin ?"
"Otelde kalıyordum. Beni boşver bana bir şeyler anlat. Hakkında bilmediğim bir şeyler. Seni daha fazla tanımak istiyorum" dediğimde bir kaç saniye durakladı.
"Aslında hakkımda pek bilmediğin bir şey yok" dedi garsonun koyduğu tabaklardan birini bana iterken. Elime çubukları alıp yemeğe başladım. O kadar açtım ki. "Bildiğin gibi Suga ve Jisoo ile yaşıyorum. İşimi zaten biliyorsun"
"Mesela..ailen. Abinden bahsetmiştin daha önce" dediğimde elindeki çubuğu bırakıp ellerini birleştirdi.
"Evet..abimle konuşmuyoruz pek. Aslında annem ve babam profesör. İkisi de yurt dışında. Babam harvard, annem ise stanford. Orada doğdum, büyüdüm ama küçükken ailem bizi buraya getirdi. Kültürümüzü öğrenmek açısından. Onlar gibi sürekli okumak istemiyordum. Abim ise sürekli onlar gibi olmamı istiyordu. Kendi de profesör. Maalesef benim yüzümden burada"
"Ama istemiyorsan istemiyorsundur. Seni zorlayamaz"
"Ama zorladı. Sürekli olan kavgalarımızdan sonra büyük bir kavga ettik. Tercih dönemiydi. Bende saçmasapan bir yer yazdım. Bana okuyamazsın falan diyince de inat ettim, okudum. Sonra buradayım"
"Peki Newyork'a neden Suga'da gelmedi ?"
"O hep çok çalışır. Çok fazla çalışır. İlk kaçamak yaptığında yani..İlk kez partilediğinde Jennie'yle o geceyi yaşadı işte" dediğinde güldüm. Birlikte sohbet ederek geçirdiğimiz zaman su gibi akıp gitti. Beraber yürüdük, lunaparka gidip oyuncaklara bindik. Hatta bana oyuncak almak için atış yaptı ama pek beceremediği için ben onun için bir oyuncak kazandım. Sonunda beraber yürüyerek eve doğru ilerledik.
"Ah bacaklarım ağrıyor! Sana taksiye binelim demiştim" diye mızmızlandı çocuk gibi
"Bende seninle daha fazla vakit geçirmek istiyorum dedim" dediğimde olduğu yerde durdu ve şaşkınca bana baktı. "Yani içimden dedim. İçimden"
"Keşke dışında da söyleseydin de ülke sınırına kadar yürüseydim seninle"
"Yaa" dedim ona sarılırken. Gülerek bana sokuldu ve boynumdan öptü. Gıdıklanınca kahkaha attım ama ona daha da yanaştım.
"Çok mutluyum" diye mırıldandı. Burnu boynuma sürtündü. Bende mutluydum ama bunu söylemekten çekiniyordum.
"Lan gerizekalı! Eve gel eve! Çabuk eve gel" diye bir bağırmayla birbirimizden ayrıldık. Jennie pencereden kafasını çıkarmış biz bağırıyor, Suga ise onu belinden tutup içeri çekmeye çalışıyordu. Derin bir nefes alıp Jimin'e döndüm.
"Sanırım başlamak gerek" dediğimde elimi tuttu. Beraber eve girdik. Bizimkiler bizi kapıda karşıladı. O kadar çok gürültü vardı ki herkes bir ağızdan konuşuyordu. Kimi nerede olduğumu sorarken, kimi Jimin'le ilişkimiz için tebrik ediyor, Seok Jin ise kenarda kendini övüyordu ben zaten biliyorum diye. Bu karmaşa da konuşmaya ve fırsat bulamadan kapı çaldı.
"Tamam. Susun artık" dedim ve hemen arkamdaki kapıyı açtım. Ji Woong ve hemen yanında Taehyung'la kapıda duruyordu.
"Bakın! Arkadaşınızı getirdim" dedi gülerek. Derin bir nefes alıp Ji Woong'a baktım.
○○○
Ne deseniz haklısınız ama açıklayabilirim...
Açıklayamam. Üzgünüm. Sizi seviyorum ❤
ŞİMDİ OKUDUĞUN
JUST ONE DAY ~ JIROSE
RomanceSadece bir gün. Bir gün de ondan hoşlandım, onunla eğlendim, ondan nefret ettim. Sadece bir günde oldu bunlar. Şimdi ise karşımda, hiç bir şey olmamış gibi gülüyordu. ▪︎livin' la vida loca şarkısından ilham alınmıştır▪︎