İthafları yorumlar arasından seçiyorum. Keyifli okumalar herkese!
En sevdiğim kitabı seçmeye çalışmak benim için çıkması imkânsız bir labirente girmek gibidir. İçine bir kere düştüm mü bir daha çıkmam mümkün olmaz. Lise yıllarımdayken en sevdiğim kitabı bulabilmek için bir hafta kafa yorduğumu hatırlıyordum. Gece uykularım kaçmıştı fakat asla bir karar vermem mümkün olmamıştı. Ben de kitapları türlere ayırmaya ve her tür için bir -ya da birkaç- favori seçmeye karar vermiştim. Sonuçta Monte Cristo Kontu ile Yüzüklerin Efendisi'ni yarıştırmak manasızdı, değil mi?
İş kitap karakterlerine geldiğinde ise biraz daha kolaylaşıyordu çünkü kendime çok yakın hissettiğim ya da kendime örnek aldığım karakterler diğerlerinin arasından hızla sıyrılıyor, kalbimde taht kuruveriyorlardı. Mesela Samwise Gamgee ile aramda bağ kurmakta hiç sıkıntı yaşamıyordum, ikimiz de sadık arkadaşlardık. Ben de zamanında arkadaşlarımı yalnız bırakmamak için korkunç yolculuklara çıkmıştım. Bu yollarda orklarla ya da başka felaketlerle karşılaşmamış olmamızın tek sebebi, bu yaratıkların içinde yaşadığımız gerçeklikte var olmuyor oluşlarıydı. Fakat bir keresinde eski sevgilisini kızlarla basıp olay çıkarmak için bir bara dalan arkadaşımı zar zor bar kavgasının ortasından kurtarmıştım. Bu da epey zorlu bir görevdi.
Bir de kendime örnek aldığım karakterler vardı. Her şeyiyle olmasa bile kararlılığı, zekâsı ve planlamasıyla Edmond Dantés'i kendime rol model olarak belirlemek hoşuma gidiyordu mesela. Fakat itiraf etmeliyim ki Edmond Dantés asla, sırf karşı komşusuyla karşılaşmamak için evden on dakika geç çıkıp işe ucu ucuna yetişmeye çalışırken benim kadar çuvallamazdı. Oysa bunu başarabileceğimi düşünmüştüm. Tek yapmam gereken gözetleme deliğinden bakıp Arda'nın çıktığını gördükten sonra altı, yedi dakika sonra evden çıkmak ve her gün bindiğim otobüse değil de bir sonrakine binmekti. Ne yanlış gidebilirdi ki?
Ömrümde daha önce hiç işe geç kalmamıştım. Bir defa bile. Bu yüzden hiçbir zaman otobüs seferimden şaşmam gerekmemişti. Bazılarına saçma gelse bile bu benim gurur duyduğum bir şeydi doğrusu. Sürdürmek istiyordum. Doksan yaşında, buruş buruş bir nine olduğumda torunlarıma işe asla geç kalmadığımı söylemek istiyordum. Benden aynı anıları tekrar tekrar dinlemekten bıktıkları için bayram ziyaretime tam vaktinde gelmelerini istiyordum. Benim için gerçekten mühim bir şeydi bu.
Bütün gece üstünde uzun uzun düşünüp taşındıktan sonra bir sonraki otobüse binsem de işe geç kalmadan varabileceğime karar vermiştim. Yalnızca çok hızlı olmam ve sabah kahvemden vazgeçmem gerekecekti. Bu durumu üzülerek Gözde'ye, yani her sabah kahve aldığım mekândaki baristaya mesajla söylediğimde bana yüzümü gülümseten bir cevap yazmıştı.
Elimde bir bardak kahveyle indiğin durakta seni bekleyeceğim. Kahveyi al, parayı üstüme fırlat ve koş. Yetişirsin.
Size umut veren, sizi gaza getiren ve başarabileceğinize inandıran şeyler vardır. İşte bu mesaj benim için onlardan bir tanesiydi. Bir arkadaşla iş birliği yapmak insana inanılmaz bir güç veriyordu. Bu güçle sabah kalkıp hazırlandıktan sonra gözetleme deliğinin önünde pusu kurmam çok mantıklıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kar ve Kıvılcım
HumorBir varmış, bir yokmuş. Soğuk diyarların padişahı kardan adam, bir gün kendisini eritecek bir alev parçasıyla karşılaşmış. Anlatacaklarıma başlamadan önce benimle ilgili bilmen gereken üç şey var sevgili okuyan. Kim ne derse desin kırmızı rujun bana...