A R D A
Bir varmış bir yokmuş. Küçük alev parçası -ki herkes ona Kıvılcım diyormuş, Kardan Adam'ın kalbinde asla geçmeyecek bir iz bırakmış.
Masada yalnızca çatal kaşık sesleri duyuluyordu. Porselene çarpan ve birbirlerine sürtünen metallerin ritimden yoksun, tanıdık sesleri. Tabağımdaki köfteyi ikiye bölerken hafta sonu katıldığım akşam yemeğiyle içinde bulunduğum bu akşam yemeğinin farkını düşünürken buldum kendimi. Aslında aile yemeklerimizde durup da bu ortamı düşündüğüm pek olmazdı ama son zamanlarda her şeyi olduğu gibi bunu da fazlasıyla düşünmeye başlamıştım. Bizim masamız sessizdi. Yıllardır bozulmayan oturma düzeni bu akşam da aynıydı. Annem ve babam masanın iki ucunda oturuyorlardı. Ata ve bense yan yanaydık. Yemek takımlarımız senelerdir aynıydı. Her zamanki gibi düz beyaz porselenlerin tek süsü kenarlarındaki altın rengi çizgiden ibaretti. Masanın örtüsü sık sık değişirdi ama her zaman düz ve beyaz olurdu. Lekesiz ve parlak. O yüzden o da aynıymış gibi geliyordu. Bu akşamı çocukluğumdaki herhangi bir çarşamba akşamından ayıran tek şey karşımdaki sandalyenin artık boş olmasıydı.
Bu hafta sonu katıldığım akşam yemeğinde ise rengârenk bir masa vardı. Kimsenin tabağı diğerininkiyle aynı değildi, her biri farklı renkte ve farklı desendelerdi. Çok fazla yemek çeşidi vardı, iştah açıcı bir sofraydı. Yanımda Ata değil de Tan oturuyordu. Tam karşımda bana öfkeli bakışlar atan bir adamla, konuşkan ve cıvıl cıvıl bir kadın vardı. Hemen çaprazımda ise Tan'ın bir diğer ablası Gece. Bu akşamki sofranın aksine o masa oldukça sesliydi. Hatta neredeyse gürültülüydü. Gülüşmeler, konuşmalar ve daha fazlası yemek boyunca akıp gitmişti. Klasik bir aile sofrası değildi. Klasik bir aileye ait de değildi. Bizimki gibi bir aile sofrası hiç değildi. Güzel bir sofraydı. Neşeli bir sofraydı.
İçeceğinden bir yudum alan annem "Yarın annemin yanına uğrayacağım." diyerek masada dakikalardır süren sessizliği bozduğunda ona döndüm. Nihan Yıldırım küçük yüzlü, kısa boylu bir kadındı. Çekik kahverengi gözleri vardı. Genelde gergin görünürdü. Ya da telaşlı. Gözlerinde hep kötü bir şey olacakmış endişesi taşıyan, hareketli birisiydi. Her zaman hızlıca, telaşla hareket ederdi. Seneler boyunca hastanelerde hemşirelik yapmış olmasının aksiyona karşı bağışıklık kazanmasını sağlayacağını düşünürdünüz ama yanılırdınız. Kalbi daima hızlı çarpan küçük bir sincaba benzerdi.
Babamın usulca başını salladığını fark ettim. "Ben seni bırakırım istersen." dedi. "Sonra da kliniğe geçeceğim zaten." Babam annemden epey farklıydı. Uzun boylu ve yapılıydı. Büyük bir burnu vardı ve küçük çerçeveli gözlükleri burnunun üstünde her zaman biraz komik dururdu. Fakat o kadar ciddi bir adamdı ki yüzüne karşı gülemezdiniz. Bütün bu cüssesine ve ciddiyetine rağmen hiçbir zaman kaba birisi olmamıştı. Sık sık öfkelenirdi lakin etrafına zarar veren bir öfkesi yoktu.
"Çok iyi olur hayatım." diye karşılık verdi annem. Hemen ardından biraz önceki o sessizliğe geri döndük. Yine herkes sustu ve sonraki beş dakika aynı sessizlikle geçti, ta ki telefonuma düşen bildirim sesini duyana kadar. Bakışlarımı telefona çevirdiğimde mesajın Tan'dan geldiğini görmek derhal elimdeki çatalı bırakmama ve telefonu alıp bildirimi açmama sebep oldu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kar ve Kıvılcım
HumorBir varmış, bir yokmuş. Soğuk diyarların padişahı kardan adam, bir gün kendisini eritecek bir alev parçasıyla karşılaşmış. Anlatacaklarıma başlamadan önce benimle ilgili bilmen gereken üç şey var sevgili okuyan. Kim ne derse desin kırmızı rujun bana...