forty two

593 35 236
                                    

Renjun gözlerini ağır ağır kırpıştırdı uyanabilmek için, birkaç defa sıvadı yüzünü, bir defa vurdu yanağına tekrar daldığını fark ettiği gibi. Uzunca bir süre esneyip yanağının altında dün gece Donghyuck ile konuşurken uyuyakaldığından yüzünde izi çıkmış telefonunu koydu komodinine, yerinde oturur pozisyona geldi.

Annesi aniden girdi odaya kapıyı çalmadan, çocuğu gördüğü gibi anında durup açtığı ağzını kapadı.

"Ne oldu?" dedi Renjun tek gözü hâlâ kapalıyken. Kadın gülümseyip çocuğun odasına küçücük bir göz gezdirdi. "Seni uyandırmaya gelmiştim, biraz daha oyalanırsan okula geç kalacaksın." Başını sallayarak kalktı yatağından, telefonunun ekranını açıp şarjını kontrol etti. Yüzde beşteydi, çoktan pil uyarısı gelmişti ve ekranı kararmıştı.

"Ah, telefonumu almayacağım yanıma bugün, haberin olsun." Şarja takarken kadın başını sallayıp çıktı odadan. "Tamam, ama bir şey olursa bana birinden mutlaka ulaş." diye seslendi koridorda sesi gittikçe uzaklaşırken.

Renjun saati de o sırada görmüş olmanın verdiği panikle hızlıca elini yüzünü yıkayıp giyindi, bildirimlerini kontrol etmek istese bile bunun kendisini çokça oyalayacağını bildiğinden pas geçip çantasını aldı ve indi aşağı.

"Gel hızlıca bir şeyler atıştır." Babasının sesini duydu mutfaktan, kafasını odadan içeriye sokup gülümsedi. "Afiyet olsun, dün Donghyuck ile buluşacağıma söz verdim, onunla atıştırırız yolda." dediği gibi paltosunu giyip attı kendini dışarı.

Dün gerçekten de okulun üst yolundaki parkta bulışmaya anlaşmışlardı, Donghyuck'un çoktan orada olduğunu düşündü, buluşma saatini birkaç dakika geçmişti.

Bugün maç günüydü, Renjun tam olarak bu yüzden günün başından sonuna kadar çocuğun yanında kaldığından emin olmalıydı, yay gibi gergin ve bir o kadar da dalgın olacağının farkındaydı ve biraz olsun bunu gencin üzünden atmaya çalışacaktı, en azından planı buydu.

Yarı koşarak beş dakika sonunda girdi parktan içeri, hep oturdukları meydan kısmına yakın, kalabalıktan uzan olan ağaçlıkların önündeki bankta görmeyi bekledi çocuğu, göremediğinde kaşlarını çatıp etrafını izledi bir süre insanların paltosunu tanımaya çalışırken. Burada değilse ne zaman geleceğini bilmediği gibi telefonunu evde bıraktığından ulaşma şansı da yoktu.

-derken, bankın da arkasında yerden yıldız gibi açılmış kol bacaklarıyla öylece yatan bedeni gördü, sağa sola sallanan ayakları dışında hiçbir yeri hareket etmiyordu. Koşarak gitti yanına, başının üzerinde durup gülümsedi çocuğa.

Donghyuck çimeni ezen botun seslerini duyamadığında kapattığı gözlerini açıp gülümsedi tıpkı Renjun'in yaptığı gibi. "Sonunda gelebildin." dedi usulca, ayaklarını sallamaya devam ederken.

Renjun burnundan güldü şaşkınlıkla, çocuğun başının üstüne çömelip alnına hafifçe vurdu gencin. "Neden yatıyorsun toprakta salak çocuk."

"Hava çok güzel. Gel yanıma yat."

"Neredeyse rakamlara düşmek üzere dereceler. Neresi güzel, dondurucu soğuk olması mı?" diye mızmızlandı yine de çocuğun yanında yerini alırken.

"Haklısın. Ama ancak bu alır diye düşünüyorum vücudumdaki sebepsiz ısınmayı. Buraya gelene kadar terledim, inanır mısın?" dedi kendisinin de şaşırdığını belli eden sesiyle. Renjun kendini kıkırdamaktan alamadı, paltosunun şapkası olmadığı için toprağa koymak istemediği kafasını Donghyuck'un koluna kaldırıp koydu.

"Bu kadar heyecanlı mısın gerçekten, altı üstü bir maç. Kaybetsen de kazansan da hayatından eksilmeyecek ya."

"Sadece o değil Renjun.." İç çekti gözlerini üstlerindeki ağaçlarda gezdirirken. Ardından Renjun'e başını döndürüp düşünceli bir ifadeyle baktı gözlerinin içine. "Sence de şu sıralar çok şey olmuyor mu etrafımızda? Yani, iyi veya kötü, her şey karman çorman oldu zihnimde. Neyin ne kimin kim olduğunu bilemez oldum. Eskisi gibi sakin ve tekdüze değiliz."

steve °norenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin