Renjun telefonunu kapatıp yastığına kafasını koydu.
Tabii, evine gitmeli. Sevgilisi Jaemin. Aslında oldukça güzel bir davranış.
Derin bir nefes aldı. Ama sevgilisi Jaemin.
Ellerini saçlarından geçirip üşüdüğünü hissettiği için üzerine sweatshirtünü geçirdi. Telefonunun titremesiyle yatağa uzanıp ekranı açtı.
MarkLee'den bir mesaj.
Derin bir nefes alıp odasından çıktı ve aşağı indi. Mutfağa yönelirken evin ışıklarının kapalı olduğunu fark etmişti. Güzel bir geceydi. Mutfak penceresinden esen serin ve ürpertici meltem insanı kendisine getirmeye yeterliydi. Etrafta toprak ve sonbahar bitkilerinin o baharatlı kokusu hakimdi. Cezbeden o kokular evin içerisine nüfuz etmiş, mutfağı tamamen sarmışlardı. Renjun ailesi evde değilken dışarı çıkabilir ve biraz nefes alabilirdi. Hatta suyunu içerken bunu yapması gerektiğine karar vermişti. Zaten biraz temiz havada düşünmeye ihtiyacı vardı.
Bardağını çalkalayıp makineye yerleştirdikten sonra anahtarlıktan evin anahtarını alıp kapıdan dışarı çıktı. Bu sırada telefonu titremeye devam ediyordu. Derin bir nefes alıp iki basamaklı merdivenden inerken anahtarı paspasın içine soktuktan sonra telefonunu açtı.
MarkLee'den 4 yeni mesaj.
"Gerçekten sinirlenmiş olmalı." dedi ekran penceresinden mesaj olduğunu okumakla yetinip içeriğini merak etmeden. "Yazık." telefonu cebine bıraktıktan sonra derin bir nefes alıp gözlerini kapattı ve ellerini iki yanına düşürdü. Göremediği adımları yalpalarken bir yere, birine çarpmaktan korkmuyordu. Tüm bedeni ürperirken litrelerle kanının yüzüne çıktığını hissetmeye başlıyordu. Dışarısı soğuktu ama damarlarındaki kan kaynıyordu gencin. Ne yapacağını bilmeden, hata yapıp yapmadığını sorgulamadan gülüyordu bu çiçekli havaya. Açıp gökyüzüne dikti çikolata gözlerini. O an yıldızlar kadar ışıl ışıldı yüzü. Ancak çabuk soldu. Düşünmesi yeterliydi. Onu düşünmesi yeterliydi.
Jeno için sayamayacağı kadar çok şey yapmıştı. Öğretmenlerden, öğrencilerden korumuştu çocuğu. Cezalardan, kavgalardan, hüzünden. Tamı tamına on beş kere Renjun'e, onun yaptıklarına gülümsemesine sebep olmuştu. Jeno Renjun'i bilmese bile Renjun her seferinde o gülüşü direkt görebildiği için minnettardı. Bu da yeterdi. Gülsün yeter, beni bilmesine gerek yok.
Steve'i kimse bilmedi. İncil yazmadı, Adam anlatmadı, Eve unuttu. Ama Steve vardı. Yardım etti, ve şehirden gitti.
Renjun'de böyle yapacaktı ilk başta. Jeno'yu uyarıp bitirecekti konuşmayı. Ama olmuyordu. Öğrensin, kendisini de tanısın istiyordu. Renjun'le de konuşsun, Steve'e güldüğü gibi çocuğa da gülsün.
Tekrar gözlerini kapattığı sırada telefonu uzun uzun titredi. Usulca kafasını dikleştirip derin bir nefes aldı ve telefonunu çıkardı.
Mark Hyung arıyor...
Derin bir nefes verip dudaklarını içine çekti. Telefonu açarken yürümeye devam etti.
"Efendim?" bir süre ses gelmediğinde çocuğun siniri anlayabildi Renjun. Keşke mesajına cevap verseydim.
"Hep geldiğimiz parka gel." rüzgar hoparlörden sert bir ıslıkla geçiyordu, onun ses rüzgardan daha sertti.
"Hava soğuk." dedi Renjun yürümeye devam ederken. "Annemler evde değil. Eve gelebilirsin." Diğer taraftan bir iç çekiş sesi geldi. "Ben gel diyorsam gel Renjun. Daha da sinirlenmeden gel.. Tamam mı?" Renjun dudağını dişleyip topukları üzerinde döndü.
"Arkadaşların var mı?"
"Hayır yok. Hiçbiri." Renjun göremeyeceğini bile bile başını salladı. "Peki. Geliyorum on dakikaya."
Hadi bakalım. Umarım senin için uğraştığıma değer Adam.
Renjun Mark'la buluşmak üzere sokakta yürürken Jeno Jaemin'in evinde, onun odasındaydı. Camın kenarındaki koltukta. Dizinde Jaemin, elleri sırtında, ince parmaklar yüzünde. Konuşmuyorlardı. Öylece durmuş nefes almaktan öteye gidebildikleri söylenemezdi. Jaemin'in gözleri doluydu. Aklı karışıktı. Yanağını okşadığı çocuğu seviyordu, bugün ağlarken kendisini yatıştıran çocuğu seviyordu. Hangisini daha çok, işte bilmediği tek şey oydu.
"Jeno." dedi usulca gözlerini çocuğun yüzünde gezdirirken. Hafif bir "hm?" sesi aldığında yerinde biraz dikeldi. Bir elini Jeno'nun yanağından ayırmadı, diğerini siyah saçlardan geçirip hafifçe dağıttı.
"Pişmanım. Yaptığım bir şeyden çok pişmanım ama hangisi olduğunu seçemiyorum." Jeno kapattığı gözlerini açtı. Jaemin çocuğun simsiyah gözlerinden biliyor olmanın o küçümser parıltısının geçtiğine yemin edebilirdi.
"Pişman olman gereken kaç hata yaptın?" dedi Jeno usulca. Ancak Jaemin onunla arkadaş kaldığı uzunca bir sürenin sonunda şuan hiçte sakin olmadığını anlayacak kadar tanımıştı.
"Çok." dedi boğazını temizlerken. Gözlerini dağıttığı saçlara dikti. Onun gözlerine bakarsa söylerdi.
"Bana kaç hata yaptın?" Jaemin'in eli durdu. Vücudu kaskatı kesildi. Bir korku esintisi tüm bedenini yalayıp geçti. "Bir." dedi gözlerini çocuğun yüzüne çevirmeden. "Bir ya da hiç." Jaemin sustu. Jeno sonrasında hiç konuşmadı. Bedenleri arasında boşluk yoktu, soğukluk okyanuslarca kilometreye bedeldi. Çok kalmadı, bir süre daha çocuğa sarılıp oturduktan sonra bir şey söylemeden kapıyı çekip çıktı.
Sadece yarım saat sonra, Renjun acıyla inledi, Jeno'nun kalbi sızladı. İkiside dışarıdaydı, ikiside bu güzel meltemi soluyorlardı. Ancak ikiside acı içindeydi. Biri diğerininkini üstlenmişti. Ruhları bağlanmış gibi.
Çünkü böyledir. Steve geçip gittiğinde bile, ruhu Adam'la birlikteydi. Onu cennette bile hissedebilirdi. İncil'in yazmaya korktuğu hikaye gerçeğin ta kendisiydi.
![](https://img.wattpad.com/cover/216939806-288-k665592.jpg)