(Hazal)
Aradan bir hafta geçmişti fakat Poyraz telefonlarıma bakmıyor, eve gelmiyordu. Ne olduğunu merak etmiyorum da değil. Kötü birşey olmasından o kadar çok korkuyorum ki anlatamam. Ona birşey olacak diye korkuyorum. One birşey olursa yaşayamam. Ne zamandır babamı da görmüyorum nerede hiçbir bilgim yok. Merak etmeli miyim acaba?
Aklım şu son günlerde o kadar karışık ki anlatamam. Herşey sanki birbirinin üstüne biniyor. Teker teker değil de yığunla geliyorlar gibi hissediyorum. Halbuki teker teker gelseler hepsiyle baş edebilecek gücü kendimde bulabileceğime inanıyorum. Bana Poyraz hep destek oluyordu. Fakat Kaya'nın cenazesinde bile yoktu. Sanki bir anda tüm bağlantılarını koparmıştı benden. Ne olduğunu deli gibi merak ediyorum. Ve bu dört duvarın arasında kafayı yemekten korkuyorum. Ya bunca olayı kaldıramayıp da akıl sağlığımı yitirirsem diye.
Sonra eminim bir daha toparlayamam kendimi. Zaten kaybedebileceğim bir annem,Poyraz bir de benliğim kaldı.
Hiçbirinden de taviz vermeyi düşünmüyorum. En büyük tavizi zaten ben kendimden vermişim bir kere.
Benliğimi kaybetmek en son isteyeceğim şey fakat ailemden kalan kırıntıları da kaybedersem benliğimin bir de önemi kalmayacak gibi geliyor. En çok da sanırım bundan korkuyorum.
Evet ben bile korkuyorum. Hazal Çetiner korkuyor. Hemde bunca olaydan sonra dışardan gelebilecek etkilerden değil de birilerini kaybetmekten it gibi korkuyor.
Benden saklanan sırları, onca yalanla yaşadığım eski hayatımı... Bilemiyorum. Bu günlere nasıl geldim hiç bir fikrim yok açıkçası. En son annemin dizlerine kafamı koymuş Ankara'da yerleşeceğimiz evin hayallerini kuruyorduk. Nasıl bu raddeye geldik bilemiyorum gerçekten.
Artık ben haya kurmayı bıraktım. Sanırım en son Poyraz'la kurduğumuz hayallerim vardı onlar da şuan elimde duran bir davetiyeyle yerle bir olup benide kendi enkazlarının altında bıraktılar.
Şuan da elimde POYRAZ SOYKAN ve MAYA ÖZBEY'in düğün davetiyesi var.
Ellerimin titremesine aldırmadım çünkü bundan önce içimdeki sızıyı dindirmem gerektiğini hissediyordum. Ama o sızı o kadar büyüktü ki dinmiyordu.
Dinmiyor, adeta cayır cayır yanıyordu. Sızım sızım sızlıyordu. O enkazın en dibindeydim ve sanki İngilizce bilmeyen bi ülkede 'Help' diye bağırıyor gibi hissediyordum.
Nefes alamadım. Soluk borum istemedi oksijeni. Akciğerlerim temiz havayı, diyaframım şişmeyi reddetti.
Göz irislerimde gezen her bir harfe odaklanıyordum. Belki bir harf yanlıştır, başka birinindir bu diye. Kendimi bile kandıramıyordum. Besbelliydi. Herşey gün gibi apaçık ortadaydı.
Hayallerimi çalan adam başkasına satmıştı beş paraya. Benden esirgediği kokusunu başkasının huzuruna sunmuştu. Parmaklarımın arasındaki o yumuşacık saçlarını kaçırmıştı benden. Ulan yumuşacık bakan gözlerini, alçak ve dar görüşlü birine esir etmişti.
Mutluluklar Soykan! mutluluklar.
(Poyraz)
"Mutlu musun şimdi?"
"Hemde çok."
"Hazal'a o davetiyeyi bilerek gönderdin değil mi?"
"Evet en yakın arkadaşımın bilmesini istedim. "
"Peh! En yakın arkadaşıymış. Sen onun ne zamandan beri yakın arkadaşısın? Benimle yattığından beri mi?"
"Seninle tartışmayacağım Poyraz. Çocuğun yanında da bana bağırmamanı rica ediyorum. Doktorun ne dediğini duydun. Bizi duyabiliyor. Ve babasını böyle tanımasını hiç istemem."
"Peki annesini namuslu olarak bilmesi normal mi Maya?"
"Poyraz. Bu mutlu günümü zehir etme. Birazcık da huzurlu olalım şu evde."
"Sen olduğun sürece mi?"
"Mecburuz buna. Sende!"
"Maalesef."
"Hazal'ı aramayacak mısın?"
"Hangi yüzle?"
"En azından bir açıklama yapsaydın, böylesi daha kötü emin ol."
(Hazal)
Sırtımdaki soğuk duvar bir sene boyunca kaldığım akıl hastanesini anımsatsa da şuan kendimde olduğumun garantisini veremem. Sanırım bunu yapmamam gerekiyordu.
Evet, tam olarak ne yaptığımı daha yeni kavrıyorum. Uyuşturucu kullanmıştım.
Bilmiyorum nereden bulduğumu. Sadece unutmak istedim. Herşeyden muaf olmak istedim. Birkaç saatlik de olsa düşünme yitimi kaybetmek istedim. Acılardan beynimi uyuşturmakla kurtulabileceğimi düşündüm.
Kanımda dolanan zehiri çok iyi hissediyordum. Geçtiği heryeri uyuşturarak, hissizleştiriyordu. Beynim gidip geliyor, çalan telefonumun daha yeni farkına varıyordum.
Hayır deprem falan olmuyor canım ne depremi(!). Başım felaket dönüyor, elimi attığım yer sallanıyor hissi hissediyordum.
Sadece kafamı duvara yaslamakta buldum çareyi. Evet şimdi tam sırasıydı. Bitmiştim. Ve bunu kutlayabilirdim. Bir hiçin hikâyesi olabilirdim. Hiç bir kızın hiçten bir hikâyesi. Süper dimi (!)
Bok çukuruna düşmüş, o çukurda ben temizim diye bağırıyordum. Kim inanır? Ben mi? Sanmıyorum.
Kafam güzel olduğunda bile o adamın gözleri gözlerimin önünden gitmiyor. Bu nasıl iştir?
Sanki elleri belimi kavramış, başım omuzuyla kavuşmuş gibiydi. Sanki herşey canlı gibiydi. Ben hariç herkes, herşey canlı gibiydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gecemin Gündüzü
RandomÇığlık bile atamıyordum. Ne yapacağımı şaşırmıştım. Aynada kıza bakarken o da bana bakıyordu.. Siktir ! Yine ışıklar kapandı. "Beni mi istiyorsun ?" Gelen ses kulaklarımda çınlıyordu. "Beni mi istiyorsun ?" "Karşındayım işte . Beni mi çağırdın Haz...