Koşturmacadan bölüm atmayı unutuyordum ajajaj.
Bu bölüme uğrayan olursa okuduğu veya duyduğu en ilginç cümleyi yazsın bakalım.
🤬
Kendimi hiçbir zaman Cleopatra ya da Nefertiti gibi hissetmedim. Normaldim. Öyle vazgeçilmeyecek bir güzelliğim yoktu. Standart bir tipe sahiptim. Ama kendimi hiç Gregor Samsa gibi de hissetmedim.
Hani şu Dönüşüm kitabında, sabahına böcek olarak uyanan Gregor Samsa.
Hiçbir işe yaramayan, kendine bile hayrı kalmamış, insanların koşarak uzaklaştığı birine dönüşmeye başlamıştım.
Evet, her gülüşümün ardında bir travma olmasa da üzücü hikayeler saklıydı. Yalnızlığım gibi.
Babam ben daha doğmadan ölünce, dedem annemi başka biriyle evlendirmiş. Üvey babamla. Ben daha altı yaşına gelmeden de annem vefat etmiş. Pek bir anımız yoktu yani. Nasıl biri olduğunu bile hatırlamıyordum.
Tek hatırladığım üvey babamdan yediğim dayaklardı. Ona mecburdum, çünkü dedeme göre ben artık onların soyadını taşımıyordum ve onların sorumluluğunda değildim. On dört yaşlarına gelene kadar üvey baba eli gözlemiştim. Daha sonra çalışmaya başladım.
Dayak biter sandığımda bu defa kendi maaşımın tümünü ona vermediğim için daha çok dayak yemeye başlamıştım. Tabi üzüm üzüme baka baka kararır diye boşuna dememişler. Deli deliye bir şekilde çekiyordu.
Onun sayesinde güçlü olmuştum belki de. O bana bağırdıkça ben kükremeyi, el kaldırdıkça kendimi savunmayı öğrenmiştim. Ama onun yüzünden üniversiteye gidememiştim.
Hayallerimi gerçekleştirebileceğime dair olan inançlarımı bir zaman sonra kaybetmiş, vurdumduymaz, hayatı hafife alan bir insan olmuştum.
Artık nerede acımasız birini görsem dayanamıyor, öleceğimi de bilsem tekme tokat dalıyordum. Bir yerde de iyi bir stres atma yöntemiydi hani. Hafife almamak lazım.
Kaç gündür kulağıma bir dedikodu çalınıp duruyordu. Sahilde, benim pilavcının oralarda simit satan on altı yaşlarında bir çocuk vardı.
Her sabah iki üç gevşeğin teki gelip çocuğu kıstırıyor, tezgahını alıp gidiyorlarmış. Birkaç seyyar satıcı uyarsa da herkese diklenip bıçak falan çekiyorlarmış. Sıkıyorsa şimdi bana çeksinler.
Sahilde bir duvar kenarına söğüşlenmiş, ellerim mantomun cebinde Erez’i bekliyordum.
Aniden önüme uzatılan ekmeği görünce ufak bir sıçrama yaşadım. Gözlerim ekmeği tutan kolun sahibine doğru yola çıktığında Erez’i gördüm.
Suratsız ve uykusuz bir ifadeyle denize bakıyordu. Bana bakmasını pek istemiyordum zaten şuan için. Bakışlarında karaciğerimi kuşlara yem edecek bir öfke olduğu barizdi çünkü.
Ona aldırmayıp mis gibi kokan sıcak ekmeği üşümekten buz kesmiş ellerimin arasına aldım. “Ayy,” Yerimde zıplayarak, “Teşekkür ederim,” dedim.
Bu nezaketime önce biraz şaşırdı. Benim gibi duvara yaslanıp gözlerini ovaladı. Yüzünü sıvazladı. Sonra midesi kaldırmıyormuş gibi elimdeki ekmeği işaret edip yüzünü denize karşı döndü.
“Sabah sabah kokoreç yemene şaşırmam gerekiyor ama hayır, şaşırmıyorum. Yine de sormam lazım, gerçekten mi? sabah sabah kokoreç mi yiyeceksin yani?”
Omuz silkerek kocaman bir ısırık aldım. Muhteşem. Bol baharatlı. Sanki Hindistan’da, Baharat Yolunun başındaydım.
Ben ekmeğimle aşk yaşarken Erez’in omzuma vurmasıyla ufak bir sarsıntı geçirdim. Kendisi de bu kadar etkili olacağını düşünmemişti muhtemelen, ben daha yeri öpüp başıma koyamadan yakalamayı başarmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ah, Sen
HumorSiyanür zehirlenmesi yaşıyorum. Gülüşü bir çeşit zehir. Bu yol bağımlılığa varmadan öldürüyordu. O denli etkili. Belinden tuttuğum gibi yere indiriyorum ve boynuna dökülen kılların kaşındırmaması için banyo yapmasını öneriyorum. Uysal bir şekilde ç...