Volkanik Dağlar ve Sahra Çölleri

628 79 39
                                    

Bir kitap var, Gece Yarısı Kütüphanesi, diye. Onu okumaktan bölüm atmayı unuttum. Muhteşemdi kitap. Okuyun, okutturun.

☠️

Dünya’da içinde en çok volkan bulunan ülkelerden biri Endonezya’ymış biliyor musunuz? Ama ben buradan Endonezya’ya seslenmek istiyorum.

Senin tek bir volkanik dağın, benim içimdeki ateşe denk olabilir mi?

Dağ dağa küsmüş peki dağın bundan haberi var mı, durumu biraz da bu.

O ateşi kim yaktı bilmiyorum. Ufak tefek tahminlerim vardı. Erez’in renkli gözlerini yoğunlaştıran koyu girdap yakmış olabilirdi. Ettiği küfür de kafamı bulandırmış olabilirdi.

Ona doğru yürürken kendimi trapezin üstünde tehlikeli hareketler yapan akrobatik dansçılar kadar heyecanlı hissediyordum. Biraz afili bir benzetme ama durum bundan ibaret.

Ortada buluştuğumuzda tepkisizce birbirimize bakmaya devam ettik. Aramızda yoğun, arka fonda kalbimizin çaldığı duygusal anlar yaşamadık. Bildiğin öküzün trene baktığı gibi bakıyorduk. Bizden hiçbir halt olmazdı. İnsanların ortaya attığımız aşk safsatasına inanmaları bile mucizeydi.

Erez’e, kızlara çaktırmamaya çalışarak kaş göz işaretiyle en azından elimi öpmesini ima ettim. Neyse ki çok geç algılamadı. Gözlerini üzerimden çekmeden elimi öptü. Kızlar da bizi yalnız bırakacaklarını söyleyerek çil yavrusu gibi dağılmışlardı çok şükür.

İkimiz de salonun boydan camekanının karşısında duran şöminenin yanında, yan yana ayakta dikiliyorduk. Birbirimize asla bakmıyor, camekandan yağmurlu havayı seyrediyorduk.

Tanecikler halinde toprağa karışan yağmurun dünyamız için ne büyük önemi vardı değil mi? Bence bunun üzerine bir kompozisyon yazmalıyız. Konferans da verebiliriz esasında. Erez’e de anlatsam mı? Kesinlikle anlatmalıyım.

“Bana ne yaptılar hiç bilmiyorum.”

Evet, aklımdakiyle dilimdeki pek tutarlı değildi ama o bir gölgeydi. Ne yazık ki zihnimin bastırmaya çalıştığım tarafında güneş açmıştı.

Omuz silkti. Böylece kollarımız birbirine sürttü. Hala birbirimize bakmadan konuşmakta ısrarcıydık. Onun elleri cebindeydi, benimkiler önümde birleşmişti. Niyeyse gergin olduğumuzu hissediyordum. 

“Sana güzel olmak hiç yakışmıyor Ahsen.”

İsmimi zikretmeyi en az beni sevmediği kadar sevmezdi. Benden bu diye bahsettiği zaman bir adım olduğunu söylerdim, o ise ‘ne kadar az söylersem o kadar çok yokmuşsun gibi davranabilirim' derdi. Şimdi ismimin üstüne basarak konuşması maraton koşmuşum gibi nefessiz bırakmıştı beni.

“Yine ne kadar kibarsın,” diyerek hayıflandım gereksiz heyecanımı bölmeye çalışırken. Dudaklarımı büzerek üzerimdeki kusursuz elbiseye baktım. “Kendimi çok rahatsız hissediyorum.”

“Eminim külkedisi de öyle hissetmiştir.”

“Eğer bir Külkedisiysem prensim nerede?”

Neden inatla dışarıyı izlemeye devam ediyorduk? Erez bana bakmayı reddedip o cool çizgisini bozmadıkça ben de inatla ona bakmıyordum. Muhtemelen o da benim bunu bir inat oyununa çevireceğimi bildiği için altta kalmak istemiyordu. Şahane!

“Bu gece benimle idare etmek zorundasınız prenses.”

Kalın ve tok sesiyle prenses kelimesinin ne kadar uyumsuz çıktığını belirtmek istiyorum.

Ah, Sen Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin