Keyifli okumalar sevgili iki üç okurum. 😂🤭
🌝
Konfüçyüs, özlü sözleriyle ünlü Çinli bir filozoftur.
İnsanın sahip olduklarını küçümsediğini, sahip olamadıklarını ise önemsediğini söyler. Geriye dönüp baktığımda hayatımı değilse de kendimi ne kadar küçümsediğimi görüyorum. Yapabileceklerimin farkında olmayı geçtim, olduğum kişiye karşı hep merhametsizce davranmıştım.
Bana kalsa ben bir çöp olduğum için, bunun sinirini insanlardan çıkarmak maksadıyla haydutluk yapıyordum. Kimse beni kollamadığı için insanların arkasını kolluyordum.
Sahip olmak istediğim ama asla olamayacağımı bildiğim hayatı düşleyip, kendimi acımasızca geri plana atardım. Sadece düşünürdüm. Mesele harekete geçip bu kısır döngüyü değiştirmek değilmiş aslında. Mesele önce kendimi görmekmiş. En değerli olanın, en paha biçilemez şeyin aynada gördüğüm sıfat olduğunu kabullenmek ve ona hak ettiği değeri vermekmiş. Önce kendi kıymetimi bilirsem, geri kalan her şeyi önemsemeyi ve arzularımın peşinden koşmayı da öğreniyordum.
Mutluyum. Üstelik mutluluğu aramak için ülke ülke gezmeme, otuz iki diş gülümsediğim fotoğrafları ınstagrama yükleyip birilerine kanıtlamaya ihtiyacım yoktu. Sadece onu içimde sakladığımı ve istediğim an ortaya çıkarabileceğimi bilmem dünyanın en zengin hareketiydi bana göre.
Mutluyum ve bunu Erez’in dahi bozmasına izin vermeyeceğim.
Tüm gece Erez’in gülüşüne, inadına, çelik gibi bakışlarına ve böğrümü deşen omuzlarına karşı ruhsat sahibi olmayı başaracak kadar direnme gücü elde etmiştim.
Harikulade TEDx konuşmamdan sonra büyük bir özgüvenle kalkmış ve ahıra geçmiştim tosun paşalarımı doyurmak için.
Köy hayatına o kadar çabuk adapte olmuştum ki bazen durup uzun uzun dalıyordum. İnekleri sağmak, tarlada çalışmak, traktör sürmek, koyunlara çobanlık yapmak daha önce alışık olduğum şeyler gibi geliyordu. Sanki bu ortamın içine doğmuşum gibi.
Ahıra girmeden önce sarı botlarımı giyip, yazmamı saçıma bandana gibi düzgünce bağladım. Tüm ineklerle selamlaşıp samanlarını dağıttım. Erez beyler her zamanki köşesinden huysuz bakışlar atmaya devam ediyordu.
“Merak etme pikaçu, senin yemeğini Jale sultan verecek.”
Hala dik dik bakıyordu. Bazen onu bir insandan ayırt etmem git gide zorlaşıyordu. Özellikle inatçı bakışlarına karşılık verdiğimde. Onu rahatsız etmek, azıcık sataşmak istiyordum. Mesela yemeğini ben versem epey rahatsız olur gibime geliyordu ama zararlı çıkanın ben olacağımı biliyordum.
“Huysuz Virjin seni.”
Samanları dağıtmak için tırmığı daha hırçın hareketlerle balyanın içine saplarken kalın bot seslerini duydum. Hafriyat yapar gibi toprağı delen ayak seslerinden kimin geldiğini anlamam çok zor olmadı.
“Seni ailemin yanında bir an olsun yalnız bırakmadım. Her zaman arkanı kolladım. Senin bu yaptığın resmen ihanet. Sırtımdan bıçaklanmış gibi hissediyorum.”
Sesindeki hayal kırıklığı beni de şaşırttı. Dün gece onu yalnız bırakmam gerçekten zoruna gitmiş olacaktı. Gülmemek için dudaklarımı ısırıp ona döndüğümde görüntüsü karşısında kalbimde içtimaya çıkan askerler yüzünden küçük bir kalp spazmı geçirdim.
Üzerinde amcamın olduğunu tahmin ettiğim yeşil – siyah bir oduncu gömleği vardı. Ona oldukça bol gelmişti fakat bu görünüşünü daha da yiğit kılmaktan öteye geçmemişti. Siyah pantolonu ve sarı çizmeleri ile bir köylü gibi değil de tarz sahibi bir adam gibi gözükebilmesi resmen haksızlıktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ah, Sen
ComédieSiyanür zehirlenmesi yaşıyorum. Gülüşü bir çeşit zehir. Bu yol bağımlılığa varmadan öldürüyordu. O denli etkili. Belinden tuttuğum gibi yere indiriyorum ve boynuna dökülen kılların kaşındırmaması için banyo yapmasını öneriyorum. Uysal bir şekilde ç...