Düğün batağından çıkıp geldim. Hikayeyi yıllar önce yazdığımı ve wordumun bana hep yaptığı gibi bir ara kendisini kaybedip eski bölümlerin de gittiğini ve yeni wordumle birlikte yeni bölümler yazdığımı söylemiştim. Bunu neden hatırlatıyorum, çünkü bilin ki araya yeni sahneler eklesem de eski hikayenin konusuna ve gidişatına sadık gidiyorum.
Yorumlarınızı delilerrr gibi merak ediyor ve keyifli okumalar diliyorum, muck.
💥
Dünyanın en ilginç bilgisi; Adabı muaşeret kurallarının baş katibi Ekselansları Erez küfür ediyor.
Dildeki yabancı ögelerden dahi haz etmeyen insan evladı, argo kelimelerin şahı olup çıkmıştı. Artık diline zamanında nasıl bir baraj çektiyse benden sonra öfkesi taşkınlık edip kendini ifade etme yolunu bu şekilde bulmuştu.
Yargılamıyorum, sonuçta küfür dediğin bir olaya karşı doğru kelimeleri bulamadığında en saf ve şiddetli tepkini ortaya koymaktı bana göre. Fakat artık Erez’in tepkilerine de bir anlam vermek zorlaşmıştı.
Dengesizlik, fotosentez sonucu ortaya çıkan etmenler gibiydi Erez’in hayatında. Onunla ilk tanıştığımda hakkındaki yargım tutarlı ve ketum olmuştu. Dümdüz, disiplin sahibi, işkolik bir adamdı. Fakat bu adam iki yüzlü, şeytanın ayak izini suratında taşıyan yanar döner bir meyve tabağından başka bir şey değildi.
Şu sıralar Erez’i anlamak, hava durumu gibi değişen ruh halini takip edebilmek mümkün değildi. Onunla günlük rutinimiz belliydi. Ya kavga etmek ya da yapışık ikizler gibi güzel vakit geçirmek. Kesinlikle aramıza soktuğu hayali mesafeden bir yabancı gibi duyarsız davranmak değildi. Başta bunu, benim yüzümden işini aksatmasına yormuştum fakat artık öyle düşünmüyorum.
Ona sormak için hazır değildim çünkü tepesi attığında arkadaşlığımızı riske atacak münakaşalara girişebiliyorduk. Fakat halının altına süpürdüğümüz gerçeklerle eninde sonunda yüzleşecektik.
İstanbul seyahati benim için sıkıcı bir hal almaya başlıyordu. Buna ve ailemin ısrarına rağmen ben de Amasya’ya dönmemekte ısrarcıydım. Erez’in aramızı düzeltmesini bekliyordum. Tabi, kendisinin daha önce gururundan taviz vermediği ve gönül almak gibi basit bir eylemin nasıl yapılacağını bilmediğinden ben de sizler kadar bihaberdim. Bocalayışını sinir küpü bir halde izliyordum.
“Beni daha ne kadar görmezden geleceksin?”
Aslında, başımda izbandut gibi dikilen inatçı keçiyi görmezden geldiğim falan yoktu. Sadece onun kadar istikrarlı olma gayesiyle elimdeki kitaba odaklanmış numarası yapıyordum.
“Anladım, şimdi de duymazdan geliyorsun.”
Dibimde durmaya devam ettikçe erkeksi kokusu parfüm gibi üzerime işlemeye devam ediyordu.
Şikayetçi falan değildim. Sadece pamuk ipliğine bağlı dikkatim dağılıyordu. Mesela kitabın en ateşli sahnesinde, ben sanki cinayet işleniyormuş gibi kaşlarımı çatıyordum.
“İzin verirsen kitabımı okuyacağım Erez,” dedim daha fazla dayanamayarak soğuk bir sesle.
“Kitabını oku elbette. Ama benimle barıştıktan sonra. Sen bana küsken hiçbir şeyden zevk alamazsın. Sen keyifsiz olunca benim günüm de bok gibi geçer. O yüzden gönlünü almak zorundayım yakamoz.”
Bana seslenmek için hitaplarına evreni alet etmesi asla gardımı indiremezdi. Asla. Hele salıncak hamakta yanıma kurulup, iri bedenini sığdırmak için beni kucağına çekme çabaları bitkisel hayattaymışım gibi davranmamı hiç zorlaştırmıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ah, Sen
HumorSiyanür zehirlenmesi yaşıyorum. Gülüşü bir çeşit zehir. Bu yol bağımlılığa varmadan öldürüyordu. O denli etkili. Belinden tuttuğum gibi yere indiriyorum ve boynuna dökülen kılların kaşındırmaması için banyo yapmasını öneriyorum. Uysal bir şekilde ç...