𝟐

543 76 33
                                    

Jongho tüm ders gözyaşlarını durdurmaya çalışsa da yapamamıştı.

Yeosang şu anda Jongho mutsuz olduğu için tüm gücüyle zehiri engellemeye çalışıyordu. Ama o bir melekti, gücü sınırlıydı. Hatta bunu göze alırsak Yeosang'ın bu kadar dayanabilmiş olması bile mucizeydi.

Korudukları kişi 'mutsuzluk' ile her zehirlendiklerinde koruyucu melekleri çokça çaba sarf edip büyük acılar çekerek onların içlerinin çürümesini engellerlerdi.

Ama melekler bunu yaparken onlardan akan kanlar korudukları kişinin gözyaşı olarak dışarı çıkardı. İşte bir insanın çok ağladıktan sonra güçsüz kalmasının sebebi, koruyucu meleğinin acıdan baygınlık geçirmesi ve onu bir müddet koruyamamasıydı.

İşte bu yüzden Yeosang'ın kanları dur durak bilmeden süzülüyordu Jongho'nun yanaklarından.

Yeosang acıyla gözlerini yumdu, bu acı fiziksel miydi yoksa kalbinden miydi emin değildi.

'J-jongho yalvarırım daha fazla üzülme'

Yeosang'ın bunu söyleme sebebi daha fazla acı çekmek istememesi değildi. Jongho biraz daha üzülürse bayılacaktı ve onun daha fazla zarar görmesini engelleyemeyecekti.

'L-lütfen...' Yeosang'ın gözleri artık yavaşça kapanıyordu. Başaramamıştı, daha fazla dayanamamıştı.

Son dersin bitiş zili de çaldığında Jongho derin bir nefes aldı. Sabah ağladığından beri başı feci derecede ağrıyordu.

Çantasındaki ağrı kesiciyi çıkartmak için çantasına doğru eğilmişti ki ensesine dolanan eller ile donakaldı.

"Seninle küçük bir işimiz vardı hm?"

Jongho'nun ensesindeki eller acele etmeden boynuna ulaştığında korkuyla küçük bir çığlık attı.

"Şşşt korkma sadece eğleneceğiz"

Chen ellerini boynuna doladığı çocuğu tek hamleyle duvara yaslayıp yüzüne pis bir sırıtış yerleştirdi.

"En son nerede kalmıştık?"

Chen düşünüyormuş gibi yaparken birden Jongho'nun karnına dizini geçirdi.

"Ah buldum ben senin karnını çürütüyordum"

Jongho acıyla kıvransa da boğazındaki eller yüzünden hiçbir şey yapamıyordu.

Kimsenin olmadığı sınıfta acı dolu bağırışlar yükselirken Jongho kimsenin duyamayacağı bir sesle fısıldadı;

"Tanrım beni yanına al yalvarırım..."

<şarkıyı başlatın 33. saniyeden>

Hava kararmaya başlamıştı.

İstemsizce yalpalıyordu.

Vücudundan akan kanlar ile ne kadar korkunç göründüğünü tahmin bile etmek istemiyordu.

Acılar onu uyuşturmuştu.

Kapıdan içeri girdi.

Oturma odasındaki televizyon açıktı.

Bir komedi filmi oynuyordu.

Çantasını kapının yanına bıraktı.

Kapının eşiğinden baktığında uyuyakalmış yaşlı kadını gördü.

Gülümsedi.

"Özür dilerim büyükanne..."

"...seni yalnız bırakacağım için"

⚠️

Avucundaki yaklaşık beş hapı da ağzına attığında büyük bir yudum su aldı. Kaç paket ve hangi ilaçları içtiğini bilmiyordu.

Midesine giren kramplar canını en az yediği yumruklar kadar acıtıyordu. Alnından terler süzülürken ne kadar susadığını fark etti.

Dili tam anlamıyla damağına yapışmıştı ve dudakları çatlak çatlaktı. Gözleri yavaş yavaş kararıyordu.

Acıdan çığlıklar atmak istedi. Ama yapmayacaktı, garantilemek istiyordu. Bu dünyadan defolup gittiğine emin olmak istiyordu.

Ağzına gelen kan tadı ile sona yaklaştığını anlamıştı. Kalp ritmi bozuluyordu. Vücudu alev alev yanıyordu.

Kasları hiçbir işlevini yapamazken öylece yere yığıldı. Zemine sertçe çarpmanın etkisiyle ağzından küçük bir inilti çıkmıştı.

Soğuk zemini sırtında hissediyordu. Ama tek hissettiği bu değildi. Ölümü hissediyordu. Tüm benliğiyle ona yakın olduğunu hissediyordu.

Komedi filminin sesi artık duyulmuyordu. Kalbinin attığını hissetmiyordu.
Başarmıştı.
Her şey bitmişti.

Her şey karanlığa bürünüp kısmen bilincini kaybederken gülümsedi.

"Teşekkür ederim Tanrım"

AWH NASIL GİDİYOR HİÇ BİLMİYORUM AMA UMARIM SEVİYORSUNUZDUR 🥺💘

Thousand Miles // JongSangHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin