𝟑

524 77 29
                                    

"Yeosang?"

Yeosang gözlerini zorlukla açmaya çalışırken dirseklerini yatağa dayayarak kalkmayı denedi.

Wooyoung ellerini telaşla sallayarak Yeosang'ın kollarını tutarak onu geri yatırdı.

"W-woo, sen, nasıl..."

"Hayır sakın kendini zorlama. Dinlen biraz"

Yeosang derin bir nefes alıp keskin baş ağrısını görmezden gelerek konuştu.

"Ben buraya nasıl geldim?"

Her saniye başındaki ağrı daha da keskinleşiyormuş gibi hissediyordu. Wooyoung sesi zar zor çıkan arkadaşına dolu gözlerle baktı.

"Çok kan kaybetmiştin Yeo, cennete geri döndün toparlanman için"

"H-hayır gitmem lazım. Jongho, onun bana ihtiyacı var"

Jongho'nun adı geçtiğinde Wooyoung'un gözlerine yansıyan korkuyu görmüştü Yeosang. Arkadaşı, dokunsalar ağlayacak gibi bakıyordu ona.

"Woo, bir şey mi var?"

Wooyoung yutkunarak gözlerini kaçırdı. Boğazı düğümleniyor gibiydi. Tanrı aşkına bunu söylemek nasıl bu kadar zordu..?

Yeosang bir şeylerin ters gittiğine emin olmuştu artık. Gücünü toparlayarak yataktan doğruldu. Bu sefer Wooyoung onu durdurmamıştı. Kendi içinde bir savaş veriyordu çünkü.

"Özür dilerim, şimdiden."

Wooyoung gözünden akan birkaç damla yaşı elinin tersi ile silerken küçük bir hıçkırık kaçırmıştı.

"Ne özürü, ne diyorsun!"

Wooyoung derin bir nefes aldı ve bir anda söylemenin daha kolay olacağına kanaat getirdi. Çünkü içinde saklamak, dostunun bu çaresiz bakışları altında ezilmek... Cehennemi yaşatıyordu ona adeta.

"Jongho" dedi, gözyaşlarını bir kere daha silerken.

"O öldü Yeosang, öldü."

-

Yeosang var gücüyle koşarak günlük işleriyle uğraşan Cennet halkının arasından geçiyordu. Kalbi deli gibi çarparken tüm vücudunun uyuşmuş olmasını umursamadan koşuyordu.

'Bu olamaz' diye fısıldadı kendine,

Ve devam ettirdi 'İmkansız...'

Ruh Tapınağı'nın önüne geldiğinde beyaz duvarlara tutunarak nefeslenmeye çalıştı. Meydanda uçmak yasak olduğu için tüm yolu koşarak gelmek zorunda kalmıştı.

Gözleri yine dolarken yavaş ve düzensiz adımlarla duvardan destek almayı bırakıp yürümeye başladı. Bacakları onu taşıyamıyor ve sağa sola yalpalamasına sebep oluyordu.

Ruhlar Tapınağı

Altın işlemeleri olan büyük beyaz kapının önüne geldiğinde acı çeken bakışlarını yerden kaldırdı.

"Hoşgeldin Kang"

Kapıdaki görevli meleğe sahte bir gülüş sunarak açılan kapıdan içeri girdi. Konuşacak halde olduğunu sanmıyordu. Aksine nefesleri bile kendine zor yetiyordu.

Sağ tarafa doğru minik adımlarla yürümeye başladı. Ne için yavaştı bunu o da bilmiyordu. Belki de gerçekle yüzleşmekten korkuyordu.

Evet kesinlikle buydu, korkuyordu.

Beyaz masanın üzerindeki deftere doğru ilerledi. Tapınağın içi bomboştu, sadece ölen dünyalıların her biri için bir sayfa ayrılmış bir defter vardı.

Masanın yanına geldiğinde defter kendiliğinden yavaşça açıldı.

"Merhaba Kang, nasıl yardımcı olabilirim?"

Yeosang hızlanan nefesini kontrol ederek konuştu.

"Bir ruha bakacaktım."

"İsim?"

"J-Jongho,."

Defterin sayfaları hızla çevrilirken Yeosang dehşetle gözlerini açtı.

Defter itiraz etmediğine göre gerçekten olmuştu bu. Jongho, ölmüştü.

"İşte burada Kang, Choi Jongho. Sondan 527. ölü ruh. Vay canına senin mülkünmüş."

(Mülk: Koruyucu meleğin koruduğu ruh, her meleğe özel farklı mülk vardır)

Yeosang hıçkırıklarını bırakırken yavaşça dizleri üzerine çöktü.

"Hey, neler oluyor Kang"

"..."

"Tanrı aşkına hadi anlat bana"

"..."

"Anlatmayacak mısın? yardımcı olabilirdim."

Yeosang elleriyle gözlerini ovuştururken burnunu çekti.

"O ö-ölemez!"

"Neden, 7. kata çıkacağı için üzülen tek melek sensin buradaki?"

Yeosang başını olumsuz anlamda iki yana salladı.

"B-ben buna üzülmüyorum... Ben sadece..."

"Onu seviyorsun değil mi?"

Defterin dediğiyle duraksamıştı.

Doğru kelime bu muydu?

"Ben mülküme nasıl bu kadar bağlanabildim bilmiyorum ama... Yokluğu canımı acıtıyor"

"Hiçbir şey için geç değil Kang"

Yeosang yaşlı gözleriyle başını kaldırdı.

"N-ne, öldü diyorsun. ÖLDÜ?!"

Tekrar hıçkırıkları artmıştı ama bu kez canını da yakmaya başlamıştı.

"Ama Kang, o ruh sen baygınken ölmüş."

Yeosang tüm dikkatini deftere verirken ağlaması durmuştu.

"Ve dünyadaki kötülükler bunun sebebiymiş. Belki... Tabii ki bu zor ama, Tanrı ile konuşup... Anladın sen"

Yeosang hevesle başını sallayıp masaya tutunarak ayağa kalktı.

"Ne yapacağım ben, Tanrı'yı nasıl ikna edeceğim?"

"Açıkçası... Cennet'e girmiş bir ruhun tekrar dünyaya dönmesi pek mümkün değil ama biliyorsun, Tanrı seni sever Kang. Ve ben de senin Jongho'na kavuşman için onu Yargı Meydanına geç göndereceğim"

Yeosang'ın gözleri neşeyle parlarken gülümsedi. Havaya sayısız öpücükler yollarken sevinçle zıpladı.

"SENİ SEVİYORUM DEFTER MWAH MWAH!"

"Pekâlâ Kang, bende seni. Hadi şimdi git bakalım"

Yeosang başını hızla aşağı yukarı sallayıp koşarak kapıya ilerledi. Gelirken acı çektiği yolları şimdi tüm gücüyle koşarak aşıyordu.

Tanrı'nın huzuruna çıkacaktı. Başaracağına inanıyordu. Jongho'dan ayrılmayacaktı.

🤍

Aklınıza yatmayan şeyleri sorun bebeklerim çünkü kendi oluşturduğum dünya üzerine yazıyorum 🍭

Thousand Miles // JongSangHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin