Son konuşmamızdan sonra şirkete gitmek için hazırlanmaya koyuldum fakat hala aklım onun kısıkça söylediği sözdeydi. Bu işin içinde bir şeyler olduğuna adım kadar eminim. Eran ile babam bir şeyler karıştırıyordu ama kokusu yakında çıkardı. Hazırlığım bitince aşağı indim. Salonda kimse yoktu. Avlu olduklarını düşünüp, oraya ilerledim. Fakat avluda da kimse yoktu. En iyisi arabanın orada Eran'ı beklemekti. Arabanın yanına gidince giriş kapısının orada düşünceli bir şekilde telefonla konuşan Eran'ı gördüm.
Ne konuştuğunu merak ettim için o tarafa doğru yürümeye koyuldum. Aslında pek böyle bir davranış yapacak biri değilim ama şu an aşırı merak ettiğim. Birazcık dinlesem sorun olmaz diye düşünüyorum. Ona iyice yaklaştığımda bir an da arkasını dönmesi ile göz göze geldik. Telefona herhangi bir şey söylemeye tenezzül etmeden kapattı. Anladığım kadarıyla benin duymamı istemiyor ya da yanımda konuşabileceği bir konu değil.
"Hazırsan gidelim."
"Hazırım. Bu arada saat sekizeye uçak bileti aldım."
"Anladım. İstersen bavulunu yanına al. Şirket çıkışında bir şeyler yedikten sonra seni havaalanına bırakırım." Seninde öyle bir ton vardı ki! Üzgün veya sıkkın gibiydi. Bir şey mi olmuştu yoksa gitmeme mi üzülmüştü. Gitmeme üzüldüğünü pek sanmıyorum aslında. Sonuçta tanışalı adam akıllı bir gün oldu bile diyem. Aramızda on parmağı geçmeyecek kadar sohbet olmuştu. Onlarda da havadan sudan meselelerdi. Pek konuşmayı seven biri olduğunu da düşünmüyorum zaten. Genelde ciddi bir hali var.
Konağa girdim ve bavulumu alıp, arabaya geri döndüm. Yolculuk geçenki gibi sessiz sakin geçti. Camlarla kaplı şirketin otoparkın içine girip, arabayı park ettik. Şirketin içine girer girmez Eran'ı gören herkes baş selamı veriyordu. Ufak bir sorumuz var. Benim klostrofobim var. Ve şu an asansörün orada bekliyoruz.
"Odan kaçıncı katta?" Neden sorduğumu anlamamış gibi bir süre baktı.
"En üst katta. Neden sordun?" Anlamadım bir şey var neden her patronun ofisi en üst katta. Biri bile birinci kata koymuyor. Ben şimdi o merdivenleri nasıl çıkacağım.
"Tamam o zaman, sen çık ben lavaboya uğrayıp, geleceğim."
"İstersen seni bekleyebilirim."
"Gerek yok. Sen çık." Tamam dercesine kafasını salladığında etrafta lavabonun olduğu yere bulmak için bakındım. Bulunca oraya doğru yürüdüm. Elimi yüzü yıkadıktan sonra. Merdivenlere doğru yöneldim. Hadi bakalım Acar. Çık çıkabiliyorsan on yedi kat. Herhalde bir saatte anca çıkardım. Neyse en azında çıkarken yağ yakarım.
Dediğim gibi tam tamına bir saatte çıkmıştım. Katta çıkınca kapının oradaki sekreteri gördüm. Hani hastanedeydi bu! Siyah kapıda Eran Behram yazan kapıyı tık tıkladım. Gel komudu gelince girdim içeri.
"Neden bu kadar geç kaldın?"
"Açık konuşmak gerekirse klostrofobim var. Odanda en üst katta olduğu için buraya çıkmam zor oldu."
"Keşke bunu daha önce söyleseydin. Bir şekilde halladerdik."
"Sana zorluk çıkarmak istemedim."
"Sen bana zorluk çıkarmazsın. Yani misafir için her şey yaparız biz demek istedim." Son dakikada toparladı.
"Ben şeyi soracaktım. Kapıda sekreterin var. Hani hastanedeydi."
Kısıkça "Gözündende hiçbir şey kaçmıyor maşallah." dediğini duydum. Bazen bu kulaklarımın iyi işittiği için çok mutlu oluyorum. "O, sekreterim iyileşene kadar bir süre onun yeri bakacak ama pek hâkim değil bu konulara."
"Anladım." Kesinlikle yalan söylüyor. Üzgünüm ama yalanların bana sökmez.
Önüme sözleşmeyi hazırlamam için bilgisayarını verdi. Sözleşmede olmasını istediklerini söyledi ve bende bizim lehimize olanları söyledim. Ortada anlaşıp, onlara yönelik bir şekilde sözleşmeyi hazırlamaya koyuldum. Sözleşmeyi hazırlamam çok uzun sürmemişti. Genelde sözleşme işlerine şirkette ben bakardım zaten.
"Sözleşeme hazır istersen artık imzaları atalım."
"Tamam." Fotokopiden çıkardım kağıdı aldı ve gözden geçirdi sonra ise imzayı attı. Bana uzattığı kağıdı bende imzaladım. Bir kopyasını da kendime çıkardım ve fotoğrafını çekip, babama attım. Kısa süre sonra onay mesajı geldi. Artık Urfa'daki işim bitmişti.
"İstersen yemek yemeğe geçelim. Oradanda seni havaalanına bırakırım."
"Vallahi çok iyi olur. Kurt gibi açım." Hafiften dediklerime kıkırdadı.
"Sen daha çok acıkmadan gidelim o zaman." Odadan çıktı ve asansöre yöneldi. Ben de merdivenlere. En azından inmek çıkmaktan daha kolaydı.
Aşağa indimde kendimi tükenmiş gibi hissettim bugün zaten yoğun geçmişti bir de bu merdivenler beni mahvetti. Giriş kapısında beni bekleyen Eran'ın yanına gittim. "Hadi gidelim." Benim halime üzülmüş gibi bir hali vardı. Sanki birazda sinirli gibiydi.
Otoparka gittik ve araba ile buradan ayrıldık. Aynzeliha gölünün orada bulunan bir restorana girdik. Eran'ı gören garsonlar hemen yanımıza geldi.
"Hoş geldin Ağam. Ne istersin, hemen hazırlatalım?"
"Her zaman yediklerimden getir ikimizede." Keşke bana de sorsaydı kararımı.
Bir süre sonra masaya adını bilmediğim ama Urfa'nın yöresel yemeklerinden olduğunu düşündüğüm yemekler geldi. Yavaştan yemek yemeye koyulduk.
"Pek seviliyorsun." dedi bir an da. Ne demek istemişti anlamadım. Acaba yanlışlıkla mı söylemişti. Öyle bir tavırıda yoktu oysaki.
"Efendim?"
"Anamla babam seni çok sevmiş. Halime Ana da seni övüp övüp duruyor. Hatay'a toplantı için gittiğimde de herkesin ağzında Acar Ağam şöyledir, Acar Ağam böyledir diyip diyip duruyorlar. Ağızlarından düşmüyorsun."
"Doğrudur, pek severler beni. Aslında Urfalılar dışında herkes sever beni. Siz neden sevmiyorsunuz anlamadım?" Galiba bir şey söylemeyecekti. Yemeğin devamı sessizce geçip gitti. Yemekler bitince havaalanına doğru yola koyulduk.
Havaalanına gelince beni bırakıp, gider diye düşünmüştüm ama tam tersini yapmıştı. Uçak gelene kadar yanımda bekledi. Hatta uçağa bindiğimde bile uzun süre bekledi. Bu adamda bir şeyler var ama anlamadım. Neyse yakında ortaya çıkardı.
Yazım hatam varsa maruz görün.