"Alara, Cankurt nerede? Düğün ortasında beni kaçırmasın bu."
"Merak etme, öyle bir şey olmayacak. Sen istemediğin sürece. Alması gereken bir şey varmış. Birazdan gelir."
"Pekala. Eran'ı hiç gördün mü? Dünden beri ortada yok."
"En son annesiyle konuşuyordu. Bir ara seni görmek istedi ama izin vermedi, ailesi. Ne demişler düğünden önce görmek uğursuzluk getirirmiş."
"Öyle diyorlarsa yapacak bir şey yok." Öyle şeylere inanmam ama her ihtimali göz önünde bulundurmak lazım.
Odadaki televizyondan kameralara takılan misafirleri izliyoruz, Alara ile. Şu anlık her şey kusursuz ilerliyor. Korumaların hepsi herhangi bir duruma karşı tetikte bekliyor.
Bir süre Alara ile ufak tefek şeyleri hallettik. Ve sonunda Efsun düğüne giriş yaptı. Düğünümü intikamım için kullandığımıza hala inanamıyorum. "Onu son gördüğümden bu yana yıllar geçti. Buraya gelmesi beni şaşırttı." Son gördüğü zaman aklıma gelince istemsizce gerildim.
"Onu bulduğumuz zamanki halini hatırlıyorum." Bir süre sustu. Sonra devam etti. "O an zaman durmuştu sanki. Tanıdığım insan orada değildi. Gözlerindeki parıltıdan, yaşam sevincinden zerre bir şey yoktu." Gözümden akan yaşı sildim.
Bu sefer ben konuştum. "Onu oradan çıkardığımızda sarılıp sarmalamak istedim. Fakat adım attığım an kendini geriye atmıştı. O an her şeyin farkına geç vardığım için kendime çok kızdım." Boğazımdan bir yumru oluştu. O günü hatırlamak tüylerimi diken diken etmişti. "Yine de güçlü kalmayı başarmıştı. Her şeye rağmen. Hastaneye ziyarete gittiğimdeki halini çok net hatırlıyorum. Aklımdan çıkmıyor."
"Tamam, bu kadar kasvet yeter. Nikah memuru gelmek üzeredir." Haklı, bu kadar kasvet bizim için yeter. Sıra kasveti yaratanda.
Yüzümde kuruyan gözyaşlarını silerken Alara da akan makyajını düzeltiyordu. Tam o sırada kapı çalındı. "Girebilirsin!" diye bağırdı.
"Ben geldim, meteor taşları. Keyifler nasıl?"
"Sen geldin daha iyi oldu. Yalan söylemeyeceğim."
"Acarcığım buradan normalde bana yalan söylediğini çıkarıyorum. Ama bunu düğünden sonra halledelim."
"Onu bunu geç sen neredesin? Hani beni yalnız bırakmayacaktın."
"İyi hatırlattın. Sana bir hediyem var." Kapıyı yeniden açtı. Bir şey alıp geri kapattı. Elindeki kutuyu bana uzattı.
"Cankurt'um benim. Sen ne kadar mükemmel bir çapkınsın."
"Öyleyim öyleyim." Gülümsedim ve paketi açtım. İçinden parfüm çıktı.
"Parfüm kullanmayı sevdiğini biliyorum. Aynı zamanda ferah kokularıda seviyorsun. Ben de dedim ki dünya yakışıklısı arkadaşıma kendi elerimle bir parfüm hazırlayım. Umarım hoşuna gider."
"Sen yaparsın da hoşuma gitmez mi?" Yere bakıp sırıttı. "O zaman bu güzel güne bu kokuyla devam edelim. Hem daha parfüm sıkmamıştım, iyi oldu."
Parfümü kutusundan çıkardım. Ardından kapağını çıkarıp bileğime bir pıs sıktım. Üst notalarında limon, orta notasında siyah frenk üzümü ve alt notasında amber kokusu hakimdi. Kokuların uyumu hakkında saatlerce yorum yapabilirim ama kısacası hoş ve ferah bir koku olduğunu söyleyebilirim.
"Bu çok güzel... Teşekkür ederim." Bu sefer mutluluktan bir damla yaş düştü gözlerimden.
"Aaa! Ben sen ağla diye yapmadım, o parfümü. Eran'ı bırakıp bana kaç diye yaptım." Cankurt'un dedikleriyle birlikte hepimiz birlikte güldük.