İki haftadır yanıma hiç uğramadı, Eran. Onu deli gibi özlemeye başlamıştı. Nasıl bu hale geldiğimi sorgulayıp duruyorum. Onu ne kadar görmek istesem de ona hala isteme işi konusunda kesin bir şey söyleyemem. O yüzden de onu arayamıyorum. Bir tarafım kabul et diyor. Yıllardır kimse için deli gibi çarpmayan kalbin onun için çarpıyor, diyor. Diğer tarafım ise ya düşündüğün gibi biri değilse. O yüzden kabul etme, diyor. Hangi tarafımı dinlesem şaşırdım.
Taburcu olalı dört gün oldu ve ben dört gündür zorla getirildiğim konağımızdayım. Sultanım kesinlikle odamdan dışarı çıkmama izin vermiyor. Ona göre hala iyileşememişim. En azından yataktan kalkmama izin veriyor. Ben de odada kaldığım süreyi resim çizerek ya da gitar çalarak geçiriyorum.
Uzun zamandır odadan çıkmadığım için konağın içindeki koşuşturmadan yeni haberim oluyordu. Eğer Meliha anamın evdeki çalışanlarla konuşmasına şahit olmasam haberim olmayacak. En garibi ise evdeki koşuşturmanın sebebi hayatımı değiştirecek olan bir şey olması. Aklıma geldikçe sinirleniyorum, sinirlendikçe sinirleniyorum. Nasıl yarın nişanlanıyor olabilirim! Neden benim haberim yok!
Neredeyse on sekiz saat sonra Eran ile nişanlanmış olacağım ve benim fikrim sorulmadı. Aslında fikrimi pekte takmayacaklarını biliyorum ama yinede o nezakette bulunabilirlerdi. Daha fazla düşünmeyi bırakmak için uyumayı tercih ettim.
Daha güneş doğmadan Sultanım ve yandaşları beni yatağımdan ettiler. Neymiş efendim akşam yemeklerini ben hazırlayacakmışım. Çünkü Kancı Aşirettinin geleneği bu. Çok uzun zamandan beri evden kim evlenip giderse nişan günü bütün yemekleri o yapar şeklinde bir geleneğimiz var. Bu biraz gösteriş gibi aslında ama anlamı bizim için büyüktür. Elli lezzetli yemek yapanın yapamayacağı iş yoktur anlamına geliyor. Bence saçma ama bu geleneği uygulamak zorundayım yoksa sultanım bir bakışı ile beni öldürür.
Ellim lezzetlidir, yemek yapmayı da severim ama on çeşit yemek ve bu yemeği elliye yakın kişi yiyeceği düşünülürse ben bugün bu mutfaktan çıkamam. Birkaç kez kaçmayı denedim ama denememle birlikte terlik yemem bir oldu. Sonuç olarak yere oturmuş oruğun bulgur kısmını yoğuruyorum. Oruk işinde benden daha iyisi yoktur.
Ne kadar gerçekleşmesini istemediğim, isteme zamanına yarım saat kalmıştı ve ben daha yeni her şeyi bitirmiştim. Hatay yöresine ait yemeklere aşina olsam da Urfa yöresine aşina değilim. Umarım onlarda güzel olmuştur yoksa sultanım beni bir hafta boyunca mutfaktan çıkarmaz.
Odama çıkıp, giymem için bırakılan takım elbiseye şöyle bir göz attım. Sonra dolabıma doğru ilerleyip düz siyah tişört ve siyah ceket ve kot giydim. Çokta resmiyete ve ciddiyete gerek yoktu.
Avluya çıkar çıkmaz arabaların içeri girmesi bir oldu. Bütün ev halkı ayağı kalktı ve arabalardan inen Berham ailesi ile garip bir karşılama yaşandı. Âdeta etrafı kara bulutlar sarmıştı. Gözüm Eran'ı aradı ama görünürde yoktu. Nedense içimde bir burukluk oluşmuştu. Avluda oturdu herkes. Bir süre "Daha daha nasılsınız?" diye dönen bir sohbet hakim oldu. On dakika geçti, yirmi dakika geçti, yarım saat geçti fakat Eran ortalarda yoktu. En sonunda babam sordu.
"Eran oğlumuz gelmeyecek galiba." Sabahtan beri telaşla birini arayan kızına döndü, Yöner Ağa. Kız olumsuz anlamında kafasını salladı. Bu sefer Yöner Ağa elini telefonuna attı. Telefonunda bir şeyler tuşladı ve kulağına götürdü. Kısa sürede ise geri indirdi. Boğazını temizledi ve "Kusura bakmayın ama biz kalksak iyi olur." Herkes şaşkın şaşkın birbirine bakarken anam ve babam ağzı kulaklarına varana kadar gülümsüyordu. Hatta anam bir "Oh!" çekti.
Babam yine söze girdi. "Eran oğlumuz gelmiyor galiba." Kimseden ses çıkmadı. Yani ben boşu boşuna mı saatlerce mutfakta çırpınıp durdum. Nişanlanacaksam o bugün olmalı vallahi bir daha o kadar saat yemek yapamam. Parmaklarım koptu. Ne yapıp ne edip Eran buraya gelecek!
Uzun zamandır sormak istediğim birkaç şey var. Hikayenin gidişatı sizce nasıl? Bir de ileride görmek istediğiniz bir sahne veya durum var mı? Hatalarım varsa kusura bakmayın.