1

3K 122 5
                                    



Hiçbir sesin olmadığı ıssızlıkta, duyabildiğim tek şey kulaklarımdaki uğultuydu. Bariz şekilde hissedebildiğim tek şey; tırnaklarımın arasında kurumuş, ellerimi rahatsız eden toprak ve başımdaki tarifsiz dönme hissiydi. Doğru düzgün düşünemiyordum. İçinde bulunduğum durumu muhakeme edemiyordum. Kalbim göğüs kafesimi yırtmak ister gibi çırpınıyor, yerden bana bakan kırmızı ışık inanmak istemediğim gerçekliği inatla yüzüme vuruyordu.


Ayağımın hemen altında duran bombanın sayacında görülen 03:20 yazısı beynimde ilacın yarattığı sise rağmen gayet net bir şekilde yankı yapıyordu. İşte bu kadardı. Rüzgârın uçurduğu saçlarıma eşlik ederek suratıma büyük bir sertlikle çarpan tokat, gerçekliğe aitti. Durum ortadaydı. Ölmek üzereydim ve ölmek üzere olduğumu bile zar zor düşünebilecek kadar berbat haldeydim.


Bir dakikadır kıpırdamamış olmayı nasıl başardığımı bilmiyordum. Sanırım insan doğası gereği, hayatta kalma içgüdüsü her şeyin üstüne çıkabiliyordu. Bir tarafım koşarak uzaklaşmamı haykırmış, diğer tarafım ona küstahça gülmüştü. Koşmaya vaktim yoktu. Ayağımı kaldırdığım an havaya uçacaktım. Tercih edeceğim ölüm biçimi sanırım bu değildi.


Birkaç damla yaş yanaklarımdan aşağı süzüldü. 'Böyle vazgeçme,' dedi bir yanım, diğer yanım ise 'Kalbini hazırla.' Gümbürtüsüyle kendimi duymamı engelleyen kalbimi, böyle bir şeye nasıl hazırlayabilirdim. Her insan yolun sonunu görürdü ama yolun sonunda huzurlu bir uyku da bekleyebilirdi, korkunç bir uçurum da. Ben uçuruma denk gelmiştim.

03:00

Nefes nefese, kafamı oynatmadan, ellerime baktım. İki tarafıma yapışık duran ellerim tir tir titriyordu. Aldığım nefesler ciğerlerime sığmıyordu. Başım dönüyor, vücudum kendini bırakıvermek için savaş veriyor, buna engel olmak içinse tüm irademi kullanmam gerekiyordu. Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Yapmamam gereken tek bir şey vardı ve oldukça açıktı, kıpırdamamalıydım. En küçük hareket sonumu getirebilirdi.


Gözlerimi sıkıca yumdum. Pek çok isim, pek çok anı geçti işlevini kaybetmiş zihnimden. Ailemi, annemi, babamı... Tüm arkadaşlarımı, tüm değerlilerimi... Sevdiğim her şeyi, herkesi geçirip içimden, usulca veda ettim onlara. Sessizce, kendimce. En sonunda, masmavi gözlerde durdu akıp geçen film şeridim.


Nasıl da güzeldi, nasıl da özeldi her şey. Beni sonuma getiren her şeyin yolu ondan geçmişti ya, işte o yüzden güzeldi. Elini elimde, gözlerini gözlerimde hissettim o anda. Bende ne değerli olduğunu kendime de ona da itiraf etmeyi becerememiştim. İşte, buradaydım. Karanlığın, soğuğun ortasında, kendimle baş başa, duygularımla baş başa... Saklayacak bir şey, kaçacak bir yer kalmamıştı.

Gülüşlerimiz geldi aklıma, kahkahasının yankısı tebessüm yaydı tir tir titreyen dudaklarıma. Onca heyecanın ortasında ruhundaki bir yaprak bile yerinden kıpırdamamış gibi soğukkanlı duran o adamın, kalbimi nasıl rüzgârların önüne katarak uçurup götürebildiğini anımsadım. Ondan öncesi, ondan sonrası canlandı mazimin puslu kıyısında. Ne değişmişti, ne değiştirmişti beni. Önce bambaşka birileri, sonra da neysek o oluvermiştik bir anda.


"Hayat hep yüzüne gülsün çocuk." Boğazımdaki kuruluğa rağmen zar zor yutkundum. "Sen de hayatın yüzüne gül."


Gözlerine bir kere daha bakamamış olsam da bunun ağırlığıyla kapattım kalbimi. Sımsıkı kapalı, açamadığım gözlerimi karanlığa bıraktım. Ve sessizce, usulca, kabullenerek beklemeye başladım sonumu. Belki de başka hiçbir seçeneğim olmadığı için... Sondu bu. Hiçbir son bu kadar tatsız olmamıştı. Önemli değildi. Önemseyecek bir şey de kalmamıştı.

DEVRİM 2 - GÖLGEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin