3

1.7K 93 19
                                    


Sabah uyandığımda, kendimi çok daha iyi hissediyordum. Herhalde stresim mideme vuruyordu ki midemde yaşayan minik Devrim de sonunda biraz rahatlamama sevindiğinden içeride parti yapıyordu. Oda... bomboştu. Bu odada hem Poyraz'la hem de Hande'yle yaşamıştım ama daha önce hiç gerçekten tek kalmamıştım. Kafamı silkeleyip düşüncelerimi susturarak rahatlamaya çalıştım.

Esneyerek, jöleye dönmüş bacaklarımı banyoya sürükledim. Kafamı kaşıyarak aynaya baktım, karşımdaki manzara beni bir an öyle ürküttü ki neredeyse kayıp boynumu kırıyordum.

"Devrim, kızım, kötü göründüğün olmuştu ama bu tamamen başka bir seviye," diye mırıldandım kendi kendime. Yüzümün bir kısmı çürüklerle, morluklarla, çiziklerle kaplıydı. Bir ressam rasgele renkleri kafasına göre suratıma fırlatmış gibi görünüyordum.

'Hoş aslında, mutantlara benziyorsun, X-Men olarak şansını denesene,' dedi minik Devrim midemden. Banyonun ortasında öylece dikilip gülümsedim. Bu şekilde dışarı çıkarsam herhalde sokak kavgasından çıkmış bir serseriye benzeyecektim. Belki 'bana bulaşmayın' mesajı vermeme yardımcı olurdu, ya da 'dayak yedim' imajı vermeme...

"Gelsin bakalım makyajın gücü." Kendi kendime konuştuktan sonra makyaj çantamı bulup açtım. Ne yazık ki, çantada makyaj malzemesi hariç her şey vardı. Elim yatkın değildi, o yüzden de hiç makyaj malzemesi alma gereksinimi duymamıştım, en temel ürünler hariç bir şey yoktu. En yakın arkadaşım Nilay'ı arayıp ne yapacağımı sormak çok iyi olurdu, gerçi soracağı bin bir çeşit soruya cevap vermek zorunda kalırdım. Tabii bir de telefonumu kaçırıldığım geceden beri görmemiştim. Gidip yenisini alsam iyi olacaktı.

Banyoda yaklaşık yarım saat geçirdikten sonra çıktığımda, kendimi on üzerinden iki puan seviyesinden beş puan seviyesine çıkarmayı başarmıştım. Üzerime rasgele bir şeyler geçirdim ve çantamı alıp dışarı çıktım.

Yurt odasından dışarı adımımı attığım gibi, kollarını kavuşturmuş bir gardiyan edası ile kapıda dikilen Mert ile burun buruna geldim. Yara bere içerisindeki dövmeli kollarının üstüne iri bedenine çok küçük gelmiş mor bir tişört giymişti. Tişört o kadar dardı ki, Mert bir evin tuğlalarını oluşturabilecek büyüklükteki kol kaslarını sıkarken neredeyse dikiş yerlerinden patlayacaktı.

"Devrieeem," dedi beni kolumdan tutup çekerken. Biraz eğilerek benimle aynı boya geldi ve hiçbir şey dememe müsaade etmeden yüzümün bir orasına, bir burasına beni döndüre döndüre baktı.

"Ne yapıyorsun," dememe kalmadan tişörtümün kollarını yukarı kıvırmış, kollarımı baştan aşağı kaplayan morlukları pırlanta inceleyen kuyumcu dikkatiyle süzüyordu. Sonra yavaş yavaş geri çekildi ve suratıma, tekini kaldırdığı kalın siyah kaşlarının verdiği komik bir ifade ile baktı.
 
"Lütfen ailenin seni töreye kurban edip dayakçı manya-

ğın tekiyle nişanladığını söyleme. Çünkü bir haftadır ortalıkta yoksun ve şu haline bakılırsa, bayağı sağlam bir kan davasına girişmem gerekecek."

Kahkaha atarak ona baktıktan sonra beni kocaman sarılmasına hapsetmesine müsaade ettim. "Seni ne kadar özlediğime ben bile inanamıyorum." Geri çekilip suratına bir süre ağzım açık şekilde baktım ve yalan söylemeyi beceremeyen zihnimin içerisinden çekip çıkaracağım o saçma cümleyi söylemeye başladım. "Bu yaralar şey, şey oldu, şeyden dolayı, şey, şöyle ki, ııı şey..."
 
"Ney?" dedi Mert bana tek gözünü kısarak bakarken.

"Şey..." dedim ve koridorda bir kapının kapandığını duydum.

"Merdivenlerden düşmüş," dedi Alp gelip yanımıza dikilirken. Ona minnet dolu gözlerle bakıp dudaklarımı oynatarak 'teşekkürler' dedim.

DEVRİM 2 - GÖLGEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin