2

1.9K 98 2
                                    


Yeşilliğin ortasındaydım. İçime derin, çok derin bir nefes çektim. Ciğerlerimi tertemiz havanın tazeliğiyle doldururken sıcaklığı cildimi ısıtan güneşe çevirdim gözlerimi. Minik bir hapşırık kaçarken ağzımdan, güneşin selam veriş şekline gülümsedim. "Çok sağ ol Güneş Bey. Sana da merhaba."

Bir iki adım attım ve çıplak ayaklarımın çimlere değişini izledim. Toprağın tatlı dokusuyla çiçeklerin baş döndürücü güzelliği ve kokusu karışıp ruhumu arındırdı. Öyle hafif, öyle kurtulmuş haldeydim ki ağırlıklarımdan... Kuşlar en tatlı melodilerini mırıldanıyor, kelebekler etrafta uçuşuyordu. Gözlerimin önünden uçup gitti bir tanesi. Ne yaptığımı fark etmeden peşine takılmış buldum kendimi.

Kelebek uçtukça, ona büyülenmişçesine bakarak peşinden yürüdüm. Belki de farkında değildim güneşin yavaşça battığının, gökyüzünün ise koyu bir maviye büründüğünün. Bir uçan kelebeğin, bir de gökyüzünde açılan minik boşlukların, üstümüze ışıldayan yıldızların farkındaydım. En son ne zaman bu kadar tasasız olmuştum?

Kelebeği, toprağın üstünde düşe kalka, o gözden kaybolana kadar takip ettim. Görünmez olduğu yerde ise bambaşka bir sürpriz karşıladı beni. "Kaymak!" diye bağırdım. Çocukluğumun, zihnimde yer etmiş en net anılarından olan, yarış atıma koşturarak. Tüm gücümle, iki saniyede yanına varıp sıkıca sarıldım.

"Seni çok özledim dostum," diye mırıldandım o burnunu yüzüme sürterken. O da beni özlemişti, ayaklarının heyecanla kıpırdayışından belliydi bu. "Bir gezintiye çıkalım mı?" diye mırıldanıp orada olduğunu daha önce fark etmediğim kahverengi eyeri sıkıca tutarak kendimi yukarı çektim ve üzerine oturdum. Ben yelesini okşarken Kaymak yavaş yavaş ilerlemeye başladı.

"Sen biraz kilo mu aldın Kaymak? Orada sana iyi baktılar mı?" diye sordum ve sanki gülümsediğini hissettim. Atlar insanların duygularını anlayabilirdi, o ise beni herkesten iyi anlamıştı hep. Sağa sola doğru hafifçe sallanarak, kendimi rahat bırakıp bir süre gözlerimi kapadım. Huzur buydu. Atımın beşik misali sallantılı yürüyüşü, rüzgârın cildimi yalayıp geçmesi, saçlarımın yüzüme vurması...

Dalgaların sesini duyduğumda ağırca açtım gözlerimi. Kaymak beni deniz kenarına getirmişti. Bir iki adım daha atıp olduğu yerde durdu. Kaşlarımı çatıp eyeri hafifçe çekerek gitmesini sağlamak istedimse de kıpırdamadı, sanki bilerek burada durmuş gibiydi. Kendimi tuhaf hissetmeye başlayarak attan indim. Tam bacağımı ayaklıktan çıkarırken, birisinin nefesini ve sıcaklığını arkamda hissettim.

Güçlü kollar sardı belimi. "Beni özledin mi? Özlememiş olamazsın," diye mırıldandı o derin sesiyle. Göğsüm sıkışırken, gözlerimi kapatıp uzunca bir nefes aldım. Peki, bunca huzurun ortasında, neden sesi bu kadar canımı yakmıştı? Yavaşça yutkundum ve ellerimle kollarını gevşetip arkama döndüm. Döndüğüm gibi de çığlık atarak gerileyip Kaymak'a tutunmaya çalıştım ama yoktu, ortalıktan kaybolmuştu.

Karşımda; uçuşan gri saçlarıyla, umursamazca robot gibi bakan gözleriyle heykel gibi dikilen İpek vardı. "Onun dikkatini dağıtıyorsun," dedi dümdüz bir sesle. Duruşu düşmanca, bakışları içimi donduracak kadar soğuktu.

"N-ne?" dedim bir adım gerilerken, İpek bana bir adım daha attı. İrkilerek sağıma soluma baktım, tekrar önüme döndüğümde ise Hande ile burun buruna geldim. Mavi gözleri hep taşıdığı o sıcaklıktan yoksun şekliyle bakıyordu. "Sen yok et diye bu zamana kadar tırnaklarıyla kazıyarak yaşamadı bu hayatı," dedi soğuk bir sesle.

"Hande," dedim içim ezilerek. Kaşlarımı çatmış, endişeyle ona bakıyordum. Sakinleşmek için gözlerimi kapayıp derin bir nefes aldım. Gözlerimi tekrar açtığımda ise yine havaya sıçrayarak tepki verdim. Karşımda Metin vardı. Ne tanıdıktı kıvırcık saçları, esmer teni; oysa ne soğuktu duruşu.

DEVRİM 2 - GÖLGEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin