20

978 60 3
                                    


"İçimde kötü bir his var Hande, gitmem gerek."

Arabaya daha yeni binmişken, debelenip yuvarlanarak kendimi arabadan aşağı attım ve Hande'nin yanından geçtim.

"Nereye gideceksin?" Hande kolumdan tutup telaşla konuştu.

"İçimde çok kötü bir his var. Dişçiye gitmeden önce yanlışlıkla bütün bir soğanı yemişim gibi bir suçluluk hissi. Ya da ne bileyim, birisi evdeki tüm çikolatalı sütü içmiş de o kişi de benmişim gibi." Polis karakolunun önünde, arabayı park ettiğimiz küçük otoparkta bir oraya bir buraya yürümeye başladım.

"En son böyle hissettiğimde, onu bir depoda neredeyse ölecekken bulmuştum. Sonra geri zekâlı bana casus demişti ama bunun konumuzla alakası yok. Yani anladığın, böyle hissettiğim zaman genelde bir şeyler oluyor, medyum falan olabilirim, belki psişiğim veya psikopatımdır, ama demek istediğim..."

"Devrim." Hande bana tuhaf tuhaf baktı. Taramalı gibi konuştuğumu o sırada fark ettim.

"Lütfen," dedim yavru köpek bakışlarıyla ona bakarak. Kafasını reddettiğini net bir şekilde hissettirerek iki yana salladı.

"Poyraz için endişelenmene gerek yok. O ne yaptığını bilir."

Evet, Poyraz ne yaptığını bilirdi ama ben de ne hissettiğimi biliyordum. Planının içine dahil olan çok fazla faktör vardı, değişebilecek ve yanlış gidebilecek onlarca şey. Başına bir şey gelmiş olabilirdi. Gelmemiş olsa dahi, en azından iyi olup olmadığına bakmak istiyordum. Aylar önce eğer onun için o depoya girmemiş olsaydım, çıktığı zaman Ömer Baba yaşamasına izin vermeyecekti. Belki yaptığım ve hissettiğim bunca şey aptallıktı ama engel olabileceğim bir durum değildi bu. İyi olduğunu bilmezsem, gerçek anlamda çıldırabilirdim.

Yavaş yavaş, bir şey belli etmemek için elimden geleni yaparak, arabaya yaslanmış sigara içen İpek'in yanına yürüdüm. Hande'ye niyetimi çoktan çaktırdığım için geriye tek seçenek olarak İpek kalmıştı.

"Ne içiyorsun?" diye sordum onun gibi arabaya yaslanarak. Arabanın aynası belime girip canımı yakınca, sövmemeyi zar zor başardım.

"Tütün. Ne oldu sen de mi istiyorsun?" Benimle konuşurken mutlaka dik dik bakmayı ihmal etmiyordu.

"Ah, hayır. Sigara kullanmıyorum pek."

"Neden?" dedi rahat bir şekilde dumanını gecenin karanlığına üflerken.

"Ne bileyim, kanser? Hani, akciğerler falan," dedim imalı bir tonla. Midemde yaşayan minik Devrim içeride 'beyinsizsin' diye pankart açtı. İpek'e ihtiyacım varken ne diye kıza gıcıklık yapıyordum acaba? Minik Devrim şimdi de 'patavatsızsın' yazan ışıklı bir tabela tutuyordu. İpek bana bakıp suratını buruşturduktan sonra omuzlarını silkti ve elindeki sigarayı yere attı.

Bu sırada Hande, Poyraz'dan aldığı talimat üzerine, bizi o tuhaf otele geri götürmek için arabaya binmişti, Ege de arka kapıyı açıyordu. Tam İpek giderken kızı bileğinden tuttum. Arkasına dönüp bana şaşkınlıkla baktı. "Ne yapıyorsun?" diye sordu bıkmış ama sinirli olan bir sesin ilginç senteziyle.

Kafamı kaldırıp benden çok uzun olan kıza ürkerek baktım. "Saatine bakabilir miyim? Şey, ilk gördüğümden beri çok dikkatimi çekiyor, böyle bir şey tasarlayabilmiş olman harika." Masum çıkacağına inandığım bir sesle, elimden geldikçe konu İpek'le ilgiliymiş gibi davranarak sormuştum. Poyraz'ın nerede olduğunu bulmak için hepsinin kullandığı o saate bakmaya ihtiyacım vardı. Çünkü o bana ne Şeref Merih'in, ne Atakan Arslankurt'un karargâhının yerini söylemişti, kaldığımız otelinkini bile söylememişti ya...

DEVRİM 2 - GÖLGEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin