4

1.6K 102 1
                                    


"Ne demek Hande gitti ya?" Mert dizlerinin ve ellerinin üzerinde doğrulmuş, cüssesi kadar büyük bir sesi olduğunu unutmuş, buruşmuş, şok dolu surat ifadesiyle kulağımın dibine kükrüyordu. Onun ani bağırtısıyla beraber ben de çığlık atıp bahçede, yanımda oturan sınıf arkadaşım Uğur'un üstüne devrildim.

"Bağırma lan kıza!" diye kükredi Uğur vaftiz abim olacak geleceğin ümit uyandıran megafonuna. Hande'nin okuldan, artık her nereye gittiyse, yok olduğunu Mert'e söyleyecek gücü bulmam üç günümü almıştı. Bahçedeki tüm gözler bize dönmüştü, Hande'nin ortalıkta olmadığı haberinin yayılmaya başlayışını görebiliyordum bile. Ah Yıldız Erkek Lisesi ve güzide öğrencileri, dedikodu yaymak kadar derslerde de iyi olsaydık çoktan dünyanın bir numaralı lisesi olmuştuk.

Üzerine devrildiğim Uğur beni kollarımdan tutup kaldırdı, yere devrilince üstüme yapışan yaprakları silkeleyip Mert'e kötü kötü baktı. "Hayret bir şeysin, biricik Devrim'imiz..." dedi bir yandan cıkcıklarken.

"Bana bak kız kardeş bozuntusu eğer hassas kalbimle ve duygularımla oynamak için şaka falan yapıyorsan..." Mert bağdaş kurmuş, ellerini ne kadar hassas olduğunu göstermek istercesine kalbinin üzerinde birleştirmişti.

"Hassas kalbine ulaşana kadar on yığın kası aşmak lazım, cüssene göre davran ödümü kopardın," dedim düşüşümün etkisinden zar zor kurtularak. Yine de Mert'in acı ve şok dolu ifadesine ve çatılmış kaşlarına bakarken gülmeden edemedim. "Nereye gitti, ne oldu bilmiyorum," dedim sakince.

Zaten, Poyraz ve avenesinin hayatlarına ayak uydurabilene ödül falan verilmesi gerekiyordu. Hiçbir şey demeden Hande yok olmuş, Poyraz geri gelmişti, tıpkı en başta Hande'nin gelişi gibi. Öyle ki, okuldan bir süre uzak kalmış birisi, örneğin Doğanay, kimin gittiğini kimin geldiğini fark etmeyebilirdi bile. O kadar sessizce, kurnazca yapıyorlardı ki her şeyi... İçimde köpüren öfkeden dolayı tüylerim ürperdi ve titredim. Geri gelmişti gelmesine ama keşke gelmeseydi.

"Seni istemiyorum," deyişi kulaklarımda acı verici bir netlikle yankılandı. Beni istemiyordu, ben neden hâlâ onu düşünebiliyordum? Aptallıktı bu. Gururum buna izin vermiyordu. İstemiyordum onu, istememeliydim, istemeyecektim.

Acılarının içinde boğulan ruhuna öyle çekilmiş, karanlığına öyle alışmıştım ki, gülümsediğini gördüğümde, o can çekişen ruhundan bir an olsun kaçtığını gördüğümde sevinecek hale gelmiştim. Bütün kötü yanlarını görmezden gelip içinde bulduğum o iyilik kırıntısına tutunmuştum. Aptallıktı işte, gözlerimi açması iyi olmuştu. Onu "içinde olmak için uğraşmadığı" bir yere koyduğumu fark ettirmesi iyi olmuştu. Beni hayatında istememesi iyi olmuştu, çünkü artık ben de onu istemiyordum.

"Hayatımın biricik aşkı, rüyalarımın prensesi, dünya güzeli Hande'm..." Mert kendi kendine ağıt yakmaya başlamıştı. Uğur'la birlikte, ağız kenarları aşağı kıvrılmış, acı içinde söylenen Mert'e tip tip baktık.

"Gidelim bari?" dedi Uğur bana bir kaçış kapısı sunarak. "Lütfen," diyerek peşinden hızlıca ayağa kalktım.

"Nereye?" Mert akıtmayı bir türlü başaramadığı sahte gözyaşlarını silerek inledi.

"Yarış kulübüne..." Az ileride oturan diğer kulüp arkadaşlarımız da ayaklanmıştı, Tuğrul yanımıza gelip kolunu Uğur ve benim omuzlarımıza attı. Kolu omzumdaki yaralara değer değmez irkilip kaçtım. Hareketsiz durduğumda canımın ne kadar acıdığını unutacak gibi oluyordum. Herkes bana acıyan, merhamet dolu gözlerle baktı. 11/A'nın "merdivenlerden düşmeyi başarmış" biricik, tek kızı.

"Seni taşısak mı ne yapsak Devo?" Tuğrul ve Uğur birbirlerine bakıp kafa salladılar, daha ben itiraz edemeden ikisi de birer bacağımdan tutup beni havaya kaldırmıştı bile.

DEVRİM 2 - GÖLGEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin