Çantayı ve belgeyi benden almaya gelmiş, vahşi bakışlı çocuk. Ben mi hayal görmüştüm yoksa o zaman ela değil miydi gözleri? Onu her zaman bir elçi olarak düşünmüş, gerçek tehditle yakın bir şekilde göz göze geldiğimi fark etmemiştim. Yüz yüzeyken duyduğum ince ses tonunu, telefonda duyduğum soğuk, kalın sesten ayıramamıştım. Onun uzaklaşan bedenine bakarken bile telefonda gölgeyle konuşmuş, ama ayrımı yapamamıştım.
Karşımdaki adam nasıl bir manyaktı da beni böyle parmağında oynatabilmişti?
"Sen..." dedim dehşet içinde, nutkum tutularak. "Sen osun. Gözlerin..."
"Elaydı değil mi?" dedi oturduğu yerde gülerek. "Anlayacağını ummuştum ama yeterince dikkatli değilsin."
Bunca zaman, kaçtığım şeytanlar gözümün önünde dikilmişti, ama ben başka şeylere bakmaktan, onu fark edememiştim.
"Lens, hayatım," dedi tiksinç, içimde kusma isteği uyandıran sesiyle. Oturduğu masadan kalktığında etrafıma ilk kez baktım. Maun renkli mobilyalar vardı. Büyük bir çalışma masası, arkasında bir cellatın resmedildiği bir tablo. Masada dağınık belgeler, bir de satranç tahtası duruyordu.
Poyraz'ın gerginliğime bıçak gibi saplanan kahkahasını duyduğumda irkilerek ona döndüm. Beni bir, Poyraz'ı ve Tan'ı, yüzleri ağızlarının altına bağladıkları siyah maskelerle kapalı olan üçer adam tutuyordu. Poyraz, dudaklarının tek tarafında duran soğuk bir gülümseme ile mavi gözlerini Bay Yeşil'e dikmiş, ölümcül bakışlarını ona yöneltmişti.
"Erdinç Arslankurt," dedi Poyraz, net bir sesle. Oysa ben konuşsam sesimin titreyen vücudum gibi çalkantılı çıkacağından emindim. "Masa, satranç, beni yakmadan önce bitirmek ve yüzüme vurmak için çaldığın belgeler, intikamını bana aynılarını yaşatarak mı alıyorsun?"
"Ne?" diye sordum çatallanan sesimle.
"Atakan Arslankurt'un oğlu," dedi Poyraz onu tutan adamların arasından bana bakarak. "Babasının ofisinin aynısı, ondan intikam alma şeklimin." Bir kere daha kahkaha attı ve buz gibi bakışlarını tekrar Bay Yeşil, namıdiğer Erdinç'e çevirdi.
"Her şeyi hazırladın değil mi?"
"Kimse yaşattığını yaşamadan ölmez..." dedi Erdinç, Poyraz'a daha önce kimsede görmediğim bir nefretle karşılık vererek. Hissettiği öfke ile cayır cayır yanıyor; yeşil gözlerinde depresyonun, ne yapacağını bilemeyen kaybolmuş bir çocuğun her halini taşıyordu.
"Elbette. Baban da yaşattığını yaşıyordu," dedi Poyraz içimin buz tutmasına sebep olan bir soğuklukla.
"Şimdi hastanede," dedi Erdinç parmaklarını abartılı bir hareketle siyah saçlarının arasında dolaştırarak. Sonra tizden, yüreğimi ağzıma getiren yüksek bir kahkaha attı. "Yoğun bakımda. Her gün hayatı için savaş veriyor, onu bu hale sen getirdin."
"Ona başka insanlara yaşattığının daha hafifini yaşattım.""Peki ya kız kardeşim? Her şeyi onun gözünün önünde gerçekleştirdin. Ona kendi babasının çöküşünü izlettin," dedi hızlı adımlarla bana doğru gelerek. Hızla nefes almama, gözlerimin kocaman açılmasına ve gerilemeye çalışıp beni tutan adamlar yüzünden olduğum yerde kalmama sebep olmuştu. Yine de önümde durduğunda onu dik bir duruş ve nefretimi anlatan bakışlarla karşıladım.
Suratımı sol elinin iki parmağıyla sıkıştırdı. Kafamı sağa sola çevirsem de baskı uygulayarak ve canımı yakarak ona bakmamı sağladı. Hemen önümde duruyordu, yüzünü bütün detaylarıyla görebiliyordum. Tıraş olmamış, sakalları ruhundan sarkan delilik gibi darmadağınıktı. Alkol kokuyordu. Yeşil gözleri, ne kadar hasta bir ruha sahip olduğunu bağırıyordu. "Devrim bu yüzden burada," dedi gözlerimle aynı hizaya gelecek şekilde eğilirken. "Onu da Simge'yi oyununa alet ettiğin gibi oyunuma alet ettim ve her şeyi izlettiğin gibi izlemesini istiyorum."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DEVRİM 2 - GÖLGE
Teen FictionBirkaç yanlış tercihin ve amansız bir adama aşık olmanın hayatını ne kadar değiştireceğini bilmiyordu Devrim. Ölümün kıyısında dolanmak, içindeki sızıya göğüs germekten daha kolaydı. Peki ya zihninde dolanan gölgeler bir insan formunu aldığında, kay...