*28*

94 11 190
                                    

Bölüm Şarkımız= Jung Joon Young -I Love You

^0^Keyifli Okumalar ^0^

   Gördüğüm rüyanın etkisinden hala kurtulamıyordum. Sadece bir kısmını hatırlamama rağmen o bile gerçek olduğu hissini beynime kazımaya başlamıştı. Yanımda kocaman yeşil bir bavulla havaalanının önünde bekliyordum. Güneş gözlüklerimi dalgalı saçların üzerine yerleştirmiş, elimdeki telefona ikide bir bakıyordum. Birini bekliyordum. Kim olduğunu bilmiyordum ama bana doğru ilerleyen adamı görünce yüzümde güller açtığını hissedebiliyordum. Beklediğim kişi Min Seon'muş.

   Yürürken adeta podyumda yürüyen bir mankeni andırıyordu. Giydiği siyah takım elbise vücuduna gerçekten yakışmış, boyunun uzunluğu daha iyi fark ediliyordu. Saçlarını özenle taramıştı ve iri çekik gözlerinin parlaklığı göze çarpıyordu. Bir eli pantolonunun cebindeyken -bu hali birçok genç kızın kalbini eritebilirdi kesinlikle- diğeriyle bir paket tutuyordu.

   Yanıma geldiğinde telefonu cebime attım ve, "Nerede kaldın hayatım?" diye sordum. Bunu söylediğime hala inanamıyordum ve inanamadığım şeylerden biri de uzanıp yanağını öptüğümdü.

   "Kusura bakma canım, sana bunu almak için geç kaldım" Elini cebinden çıkarıp paketi bana uzattı.

   "Ne var bunda?" Paketi alıp sallamaya başladım. Bir şeylerin kutuya çarptığını duyunca merakım iyice çoğalmıştı ve cevap bekler bir ifadeyle ona baktım.

   "İçinde en çok sevdiğin çikolatalardan var." Gözünü kırpıp elimden tuttu. "En çok da bitterli olanlardan."

   Mutlulukla elini sıkarken parmağımda soğuk bir metal hissettim. Bir alyanstı ve Min Seon'un eline baktığımda onun da parmağında bir alyansın parıldadığını gördüm. Biz Min Seon'la evliydik rüyamda. İşte bu, gerçekten şaka gibiydi.

   "Ne zaman varırız?" diye sorarken Min Seon'un koluna girdim. Min seon, kolunu kaldırıp saatine baktı ve bana döndü. "Sabah 9 gibi İncheon Havaalanına ineriz. Buradaki işlerimizi hallettikten sonra da Seul'deki evimize gideriz."

   "Seul'deki evimizi öyle özledim ki." derken bir anons sesi duydum ve bu sese karışan başka bir ses daha vardı. Sanki beynimi delmek istiyor gibiydi. Min Seon'la havaalanına girerken o ses iyice şiddetlendi ve beni bu garip rüyadan uyandırdı. Gözlerimi açtığımda dudaklarımın bir hilal şeklini aldığını hissedebiliyordum. Gözlerim, sonsuz bir rahatlıkla kırpışırken aynı ses beni irkitti bu sefer ve başımı hızlı bir şekilde yataktan kaldırmama neden oldu. Alarmın sesiydi bu, saat sabahın yedisiydi.

   Aradan bir saat geçmesine rağmen hala gözümün önüne o sahneler geliyor ve bu da yetmezmiş gibi Min Seon'un gülümsemesi baktığım her yerde karşıma çıkıyordu. Buz mavisi mutfak dolabımın kapağında, tezgahın beyaz fayansında ve hatta ocakta kaynayan çaydanlığın buharında... Garip bir rüyaydı hatta olamayacak bir şeydi bile ama yine de itiraf etmek gerekirse güzeldi de.

   Fokurdayan çaydanlığın sesi ile kendime geldim ve ocağı kapattım. Çoktan hazırlamış olduğum bardağa boşaltıp geniş mutfağımın küçük masasına yerleştim. Kahverengi tahta sandalyeyi çekip kuruldum ve elimi bardağın ağız kısmının üzerinde gezdirdim bir süre.

   Min Seon, hastaneden taburcu olmuştu. Bu da benim hastaneye gidecek bir sebebimin olmadığını gösteriyordu. İki gündür bir defa telefonda konuşmak dışında görüşmemiştim onunla ve şu an pek de görmek istemiyordum onu. Çünkü onu görünce rüyamın devreye girip bana farklı şeyler düşündürmesinden korkuyordum.

İKİ ÜLKE ARASI AŞKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin