*22*

134 44 217
                                    


Medya==  EVERGLOW---No Good Reason



☘️Keyifli Okumalar ☘️


   Elimdeki kahve tepsisiyle asansörden indiğimde aklım hala Semih'teydi. Neler yaşamıştı öyle? Akif Hoca neler yapmıştı ona? Bir insanı ünüyle, ünvanıyla yargılamak ne kadar doğruydu ki? İki insan birbirini seviyorsa paranın ne önemi vardı?

  Aklım son günlerde iyice karışmaya başlamıştı. Güvendiğim insan aslında bambaşka biriymiş. Buna inanmak istemesem de gerçek buydu. Peki gerçekleri öğrendikten sonra insan eski yalanlarla yaşayabilir miydi? Bunu devam mı ettirirdi yoksa her şeye yeniden mi başlardı?

   Akif Hoca'ya olan tutumum değişecekti ne kadar istemesem de. Çünkü güven bir kere yıkıldı mı artık eski haline dönmezdi. Yerine bir yenisi inşa edilemezdi. 'Acaba' kelimesi, o insanı her gördüğünde aklına gelir yaptıklarını hatırlatırdı.

  Acaba ne konuşurlardı şimdi? Semih, Selda'nın dediklerini mi soruyordu Akif Hoca'ya yoksa başka bir şey mi? Her ne konuştuklarını bilmesem de aralarındaki bağ bir kez daha zedelenecekti, işte bundan emindim. Keşke Semih o şeyleri hiç yaşamasaydı. Ben bile bu kadar üzülmüşken o, yıllardır bu üzüntüyü nasıl taşımıştı kalbinde kim bilir?

  Sıcak kahveleri dökmemek için dikkatlice adımlarımı atarken hayatın ne kadar acımasız olduğunu bir kere daha anladım. Adil değildi bu hayat. Birilerine mutlu yanını gösterirken birilerinin de  dertlerine bir yenisini ekliyordu. Birileri dertsiz bir şekilde hayatını devam ettirirken birileri de kırık kalpleriyle hayatta kalmak için savaşıyordu.

   Hayatın acımasızlığına bir kere daha şahit olduktan sonra Min Seon'un odasına yaklaştım. Buradan ayrılmamın üzerinden dakikalar geçmişti. Belki de artık kahve içmek istemiyordu ama ben yine de götürmek istedim. Belki de onunla zaman geçirmeye ihtiyacım vardı. Çünkü onun yanındayken aklımdaki ucu bucağı görünmeyen düşünceleri kolaylıkla defedebiliyordum.  Onun yanındayken sadece gülümsüyordum. Kesinlikle bu adamın birtakım sihirli güçleri vardı.

   Kapıdaki koruma kapıyı açıp yana çekilirken kahvelere bakarak içeriye adımımı attım. Bunca zamandır neden gelmediğimi soracaktı, biliyordum ama ne diyeceğimi bilmiyordum işte. "Min Seon," dedim korumaya teşekkür edip içeriye girdikten sonra. "Kusura bakma, geç kaldım ama-"

   Bakışlarımı ona çevirdiğimde söyleyeceğim kelimeler boğazımda kalmıştı resmen. Yatağın üstüne sayamayacağım kadar çok cips poşetini istiflemişti. Kucağında ise çeşit çeşit çikolata paketini tutuyordu. "Ne yaptın sen böyle, ne ara aldın bunları?"

   "Jung Wook gibi bir koruman varsa her şey yapabilirsin." dedi Min Seon gülümseyerek. "Kahveler senden atıştırmalıklar da benden."

   "Hepsini yiyeceğini düşünmüyorsun herhalde." Kahveleri Min Seon'un yanındaki masaya bırakıp ona baktım. İşaret parmağını dudağının kenarına koyup gözlerini kısarak önündeki yiyeceklere baktı. "Aslında." diyerek elini büyük bir cips poşetine uzattı. "Ben bunların beni doyuracağından emin değilim. O yüzden Jung Wook'a küçük bir sipariş daha verdim."

   "Şaka yapıyorsun." dedim gözlerim şaşkınlıkla açıldığında. "Değil mi?"

   Dudaklarını büküp kaşlarını yukarıya doğru kaldırarak başını sağa sola doğru salladı. "Bunlar beni doyurmaz ki?"

   Ah, biri şu adama dudaklarını büzmemesini söylesin lütfen! Bu haliyle gerçekten çok sevimli duruyordu. Utanmasam sarkan yanaklarından tutup sallardım sağa sola doğru. Gözlerim dudağında kalırken cips poşetini açıp koca bir tanesini midesine indirdi. Ardından bir tanesine daha uzanırken gözlerimi hızlıca ondan alıp açık pencereye doğru çevirdim. Benim o bakışım yanlış anlaşılmaya çok müsaitti. Min Seon da zaten böyle bir şey istiyordu. Onun hislerine bir karşılık olarak algılayabilirdi ama neyseki Min Seon'un gözü, önündeki yiyeceklerdeydi.

İKİ ÜLKE ARASI AŞKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin