^0^KEYİFLİ OKUMALAR^0^
"Soyadını biliyor musun Min Seon'un?"
Gözlerimi pencereden ayırıp Koza'ya çevirdim. "Koza, yine başlama lütfen."
"Tamam ya, sadece merakımdan sordum." İnanmayan gözlerle ona bakınca yüzüne masum bir ifade yerleştirip ellerine birleştirdi. "Gerçekten."
"Park, Park Min Seon."
Koza çantasından telefonunu hızla çıkarıp bir şeyler yazmaya başladı. Min Seon'u araştıracaktı anlaşılan. Ben hiç gerek görmemiştim buna. Hatta Akif Hoca, Kore'de çok ünlü olduğunu söylediğinde bile araştırmayı akıl etmemiştim ama işte Koza bu, ne olursa olsun adamın yedi sülalesini araştırıp koyardı önüme.
"Yok artık, inanamıyorum." diye ani bir tepki verince meraklı bakışlarım telefonuna kaydı. O telefondan neler öğrendi de böyle şaşırmıştı acaba?
"Ne oldu?" derken telefonda yazılanları görmek için başımı ona doğru eğsem de ben hiçbir şey okuyamadan Koza farklı bir sayfaya girdi.
"Dur bir dakika, şu habere de bakmalıyım." Koza telefonuna iyice eğilip yazılanları okuyunca gözleri fal taşı gibi açılmaya başladı. Onun bana bir şey söylememesi beni daha çok meraklandırırken aynı zamanda sinir etmeye de başlamıştı.
"Buket," dedi kocaman açılmış gözleriyle. Ağzı şaşkınlığından olsa gerek hiç kapanmıyordu ve beyaz dişleri her defasında kendini gösteriyordu. "Senin o hastan var ya, 'Golden Apple' şirket zincirinin varisiymiş. Buna inanamıyorum gerçekten."
Elindeki telefonu bana çevirdi. Ekranda altın renginde büyük bir elma logosu vardı ve üzerinde yine aynı renkteki harflerle 'Golden Apple yazıyordu. Min Seon ise orta yaşlı bir adamla yan yana durmuş, yine o yaramaz gülüşünü kameralara sunuyordu. Fotoğrafın hemen altında ise Korece yazılar yazıyordu. Yazıları okumak için tam başımı eğmiştim ki Koza telefonu kendine çekip bir yerlere daha bakmaya başladı.
"Keşke okusaydım." dedim gözlerimi devirerek. Evet, buna ihtiyaç duymamıştım ama merak etmekten de kendimi alamıyordum işte.
"Dur ben sana anlatayım." dedi ve telefonunu masaya bıraktı. Öğrendiklerine gerçekten şaşırmıştı, bunu açık ağzından ve yine pırıl pırıl parlayan gözlerinden anlayabiliyordum.
"Golden Apple, Kore'de birçok şirketi olan ünlü bir marka. En büyük şirketi ise tıbbi cihazlar satan şirketi ve Kore'de ilk on marka arasında. Aynı zamanda birkaç gün öncesinde Seul'de büyük bir hastane satın almışlar farklı bir firma ile beraber ama hissenin %57'si Golden Apple'a ait. Hatta İstanbul'da birçok yatırım bile yapmışlar ama kötü bir haber var." dedi yüzündeki şaşkınlık ifadesi silinirken. Söyleyeceği şeyi merak etsem de sessiz kaldım, o da gözlerime bakıp ardından anlatmasına devam etti. "Yakında nişanlanacakmış ortaklarının kızıyla."
Söylediği şeye tepkisiz kalırken Koza benim ne diyeceğimi duymak için bir süre sessiz kalıp yüzüme baktı. Onun böyle robot gibi yüzüme bakması sinirimi bozmaya başlıyordu. Omzumu silkip 'ne var' der gibi huzursuzca kıpırdanınca sessizliğini bozdu. "Bir şey söylemeyecek misin Buket?"
"Hayırlısı olsun." dedim umursamazca. Ne dememi bekliyordu acaba? Söylenmemi mi yoksa kızmamı mı? Oysa hiçbiri yoktu içimde ki olması da çok saçma olurdu.
Koza bir şey söylemeden tekrar telefonuna baktı. Bir iki sayfaya daha gidip bu sefer resimlerde dolaştırdı gözlerini. Aradan daha bir dakika bile geçmemişti ki küçük bir çığlık koparıp bana baktı. "Buket, asansör prensimi buldum sonunda."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İKİ ÜLKE ARASI AŞK
Literatura FemininaHayalperest bir doktorun hikâyesi bu. Hayatı hastane ve ev arasında geçiyordu ama o yine de hayallerine zaman ayırabiliyordu. Her gün uykuya dalmadan önce hep hayal dünyasına dalardı. Neler yapacaktı ileride, nerede yaşayacaktı, yanında kimler ol...