Medya---> Koza BİRDAL
Keyifli okumalar ^o^
Buket:
Min Seon'u yüzünde anlamadığım bir ifadeyle arkamda bırakarak odadan çıktım. Ablası geldiği için sevinmez miydi insan? Sevinmesi gerekirdi, gülmesi gerekirdi ama her zaman gülen yüzü farklı bir ifadeye bırakmıştı kendini. Belki de ablası ile beraber gelen kız yüzünden olabilirdi bu hali ama bundan emin değilim.
Kapının önünde yine iki koruma dikilmiş nöbet tutuyorlardı. Bir kaya gibi dimdik duruyorlar ve hiç konuşmadan öylece bekliyorlardı. Koreli erkeklerin Türk erkeklerine oranla daha zayıf olduklarını zannederdim ama bu iki korumayı görünce aklımdaki fikir paramparça olup dağıldı. Geniş omuzlarını tamamlayan iri gövdeleri düşündüğümün tam zıddıydı.
Korumaları incelemeyi bırakıp koridorda ilerlemeye başladım. Gözlerim yeni yeni aydınlanmış koridorun bej rengi duvarlarında gezinirken aklıma Min Seon'a anlattıklarım hücum etmeye başladı. Beynimin her hücresini unutmak istediğim, düşünmek istemediğim anılar istila ediyor ve şimdiye kadar olan tutumumu yerinden oynatıyordu.
Kardeşimin o son anını hatırladıkça boğazımda zehirli bir yumruk peydah oluyor, nefes almaya çalıştıkça zehrini akıtıyordu kalbime. Yakıyordu kalbimi, bir mengene gibi sıkıyordu. Son günlerde gördüğüm kâbuslar yüzünden uyuyamıyor ve kendimi nöbetlere veriyordum ama insan ne kadar kaçmak istese de kaçamıyordu işte. Gerçekler, hazırlıksız bir zamanda yapışıyordu boğazına.
Şimdiye kadar Koza hariç hiç kimseye anlatmamıştım durumu. Anlatamamıştım daha doğrusu ama nasıl olduğunu anlayamadan Min Seon'a anlatırken buldum kendimi. Güvenilir birine benziyordu ama güvendiğim için mi bilmiyorum. Belki de iyileştikten sonra bir daha görmeyeceğim içindi.
Beni uyanıkken gördüğüm kâbuslardan uyandıran telefonumun sesi oldu. Kimdi ki bu saatte? Telefonumu cebimden çıkarıp arayan kişiye baktım. Koza arıyordu. Ama bu saatte neden arıyordu ki? Umarım kötü bir şey yoktur.
Ekrandaki yeşil butonu kaydırıp telefonu kulağıma götürdüm.
-"Koza kötü bir şey yok değil mi?"
-"Sana da günaydın arkadaşım." dediğinde sesindeki canlılığı, enerjiyi hissetmiştim. Her zamanki neşesi yerindeydi yine. Bu da ortada kötü bir şey olmadığını açıklıyordu. "Buket, sen ne ara böyle açar oldun telefonlarını?"
-"Bu saatte ararsan günaydın bekleme benden. Saatin kaç olduğundan haberin var mı? Sen normalde bu saatlerde uyanmazdın uykucu?"
"-Haklısın, bir iş teklifi aldım da o yüzden aradım seni. Saat dokuzda uçağım var, gitmeden seni görmek istedim sadece."
"-Ciddi misin? Nereye gideceksin peki?" Asansörün yanına geldiğimde düğmeye basmayıp duvara yaslandım. Koza uzun zamandır bir iş teklifi çıkması için dualar edip bekliyordu ve sonunda duası cevap bulmuştu anlaşılan.
-"Ah sabırsız kız, hepsini anlatacağım sana. Hastanedesin değil mi?"
-"Evet, hastanedeyim."
-"Ben de öyle tahmin etmiştim zaten. Beş dakikaya geliyorum."
-"O zaman hastanenin kafeteryasında bekliyorum seni."
Telefonu kapatıp önlüğün cebine koydum. Bu haber gerçekten sevindirmişti beni. Hayaline biri daha kavuşmuştu ve bu kişi hayattaki en değerli arkadaşım Koza'ydı. Onunla Korece kursuna giderken tanışmıştım ve onu tanıdığıma bir kez daha şükrettim. Şimdiye kadar hiç yalnız bırakmamıştı beni ama şimdi hayalinin peşinden gidecekti. Olsun, şimdi önemli olan onun işiydi, hayaliydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İKİ ÜLKE ARASI AŞK
ChickLitHayalperest bir doktorun hikâyesi bu. Hayatı hastane ve ev arasında geçiyordu ama o yine de hayallerine zaman ayırabiliyordu. Her gün uykuya dalmadan önce hep hayal dünyasına dalardı. Neler yapacaktı ileride, nerede yaşayacaktı, yanında kimler ol...