"korkularım var
çıplak insan etiyle düğümlü.
eğilsem içim düşecek
doğrulsam yeryüzüne çarpacak yüzüm."-Küçük İskender
🔗
Ölüm, hep çok yakındaydı. Bunu 390 gündür çok iyi bildiğimi zannediyordum. Fakat 390 gün öncesinde de idrak etmekte zorlanıyordum. Ölümün ne olduğunu biliyor ama sanki tanımıyor, tam olarak neye benzediğini anlayamıyordum. İnsanlar ölüyordu fakat sanki benim tanıdığım, yakın olduğum insanlar uzun yıllar yaşayacak, yaşlanacak, saçlarının akı tüm kafasını kaplamadan ölmeyeceklermiş gibiydi. Böyle düşündüğümü bile 390 öncesine kadar bilmemekle ve hatta düşünmemekle birlikte ölüm kavramı tam göğsümden vurdu beni. Ben yalnızca en sevdiğim insanı kaybetmemiş aynı zamanda da ölümle tanışmıştım. 390 gündür bilmediğim şey, ölümle tanışılmayacağıydı. İşte onu da bugün, tam şu an öğrenmiştim.
Ölüm, anlaşılmayacak ve saklanacaktı. Teğet geçtiği her anın sonrasında, insan olmanın getirisini var edecek; unutulup alışılacaktı. Ama silik bir gölge gibi her an bizi takip edecek, kıskıvrak yakalayacağı anı kollayacaktı.
Ölümün soğuk nefesi hep ensemizdeydi ve ben buna hiç bu kadar yakından tanık olmamıştım. Kalbim sanki durmak üzere olduğunu anlamışçasına yapabildiği kadar görevini yerine getirmeye çalışıyor olmalıydı. Olabildiğince hızlı çarpıyor, korku ve telaşa bulanan bedenime eşlik ediyordu.
Durmak üzere olduğunu ağzımda kekremsi bir tat bırakarak kabul ettiğim kalbim, hiç durmayacakmış gibi atarken beklediğim çarpışma gerçekleşti. Fakat beklemediğim yerden...
Sağ tarafımdan hissettiğim büyük bir baskıyla yere düşürülmüş ve yerle çarpışmıştım. Hızla yoldan çekilmiş ve bunun için diğer tarafa fırlatılmıştım. Kurtarıcım, hep olduğu gibi yine beklenmedikti ve tıpkı o günkü gibi aynı kişiydi. Bana seslenen sesini biliyor ve tanıyordum.
"Kamer? İyi misin?"
Sıraç Arhan'ı o gün olduğu gibi bir kurtarıcı olarak görmek istemiyordum fakat artık bu yadsınamaz bir boyuttaydı. Ve hatta o gün de öyleydi ama sadece ben farkında değildim. Bugün ona hatırlattığım günü, gecesinde tüm gerçekliğiyle yeniden yaşıyor olmam ise fazla ironikti. Benim için bile.
"Kamer!" diye tekrar seslendi, ben ona cevap verecek hali kendimde aramaya devam ederken. Yakınıma gelen ayak seslerini algılıyor, yüzüme çarpan yağmur damlalarını hissediyor ve çokça kendime gelmeye çalışıyordum. Fakat sadece çok daha kötü hissetmekle yetinmekle kalıyordum. Tüm bedenim sadece çok kötü hissedebiliyordu.
"Neden cevap vermiyorsun?" diye sordu, yerde yatıyor olan bana. Demek ki veremiyordum, bunu anlamak çok zor olmasa gerekti. Kısık gözlerimi buldu bakışları, hızlıca üzerimde dolaştıktan sonra. Sorduğu soruyu farkına vardığımda bir sinir dalgası tarafından sarıldım. Bu soruyu bana kendisi mi soruyordu?
"Keyfimden," diyebildim, belli belirsiz bir mırıltıyla. Midemin bulanmasıyla yüzümü buruşturdum. "Sence?"
"İyi misin?" diye sordu, anlamakta sorun yaşıyordu herhalde. İyi falan değildim. Yerimde doğrulmaya çabaladım. Bunu görmesiyle elini uzatınca denize düşmüş olmanın getirisiyle tuttum ve beni çekmesine izin verdim.
"Nasıl bir hayvansın, anlamıyorum ki. Kurtarma bahanesiyle benden kurtulmaya çalışıyorsan daha açık ol." dedim, ayağa kalktığımda. Onun gözleri ise beni duymaktan uzak, hâlâ hasar kontrolü yapıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AY IŞIĞI KUYUSU
Novela JuvenilKamer, henüz bir lise öğrencisiyken en yakın arkadaşını zamansız bir şekilde kaybeder ve derinden sarsılır. Çınar'ın intiharının üzerinden bir yıl geçmiş olmasına rağmen yaşadığı acıyı kaldırmakta zorlanarak mantığına oturmayan gerçeklerin peşine dü...