19. Bölüm

139 10 5
                                    

Satır arası yorum bırakmayı ve oy vermeyi lütfen unutmayın.

Keyifli okumalar dilerim...

💦

****

Günlerdir ışığını kaybetmiş ve ışığından sebepsizce yoksun kalmış bir ben vardım ortada dolanan. Gecemi aydınlatan, karanlığıma ışık saçan, benliğimin her zerresinde vurgunu olduğum şira yıldızım yaklaşık bir haftadır ruhumu aydınlatmaktan vazgeçmiş, benden vazgeçerek bir masala buladığım gökyüzümden süratle kayarak batmıştı. Işığım sönmüştü. Ve sonu görünmeyen bir karanlığa merhametsizce sürgün edilmiştim.

Sürgit gelen bu yanlızlıkla başetmeye çalışmak, bir yamaçtan son sürat yere çakılmak gibi hissettiriyordu beni bana. Demir'le bir haftadır eskisi gibi değildik. Aramıza sanki uçurumlar girmişti. Ve ben hergün o uçurumlardan aşağı atlayarak dibe çakılıyor, yaşarken ölmüşüm gibi hissediyordum. Aslında ölmüyordum. Nedense ölemiyordum. Lakin gerçekte yaşıyorda sayılmazdım...

Demir, bedenimde isteğim dışı bırakılan dehşet izlerini gördükten sonra, anladığım kadarıyla içinde bazı şeyleri çözemiyordu. Ya da çözmüştü ve aramıza mesafe koymasıda belki de bu yüzdendi. Mümkün olduğu kadar yanıma gelmiyor, hatta zaruri olmadıkça yüzüme bile bakmıyordu.

Aslında canımı yakan benden uzak durması değildi. İlgisizliği de... Ruhumun acizce kan ağlamasına tek sebep, bana karşı gözlerinde kaybettiğini gördüğüm parıltılı ışığın sönmüş olmasıydı.

"Zeynep hanım ben gidiyorum." Bir haftadır beni kontrole gelen hemşire bugünde işini bitirmiş ve gidiyordu. "Yarın yine aynı saate görüşmek üzere. Kendinize iyi bakın."

"Teşekkür ederim," dedim. Sesim günlerdir olduğu gibi yine cansız ve ruhsuz çıkmıştı. "Görüşürüz, hoşçakalın." Yüzümde tutunmaya çalışan, gerçek gibi görünen minik tebessüm esasında sahtelikten ibaretti. Fakat ne benim için, ne de hemşire için bunun bir önemi yoktu.

Hemşire eşyalarını topladıktan sonra sakince odadan çıkıp gitti. Bende camın önünde duran ve arka bahçeye bakan kahverengi berjele geçip oturdum. Günlerdir olduğu gibi yine yalnız kalmıştım. Ve boğucu düşünceler zihnimi istila etmeye başladığında, kendimi dar ağacına asarak kendi içimde kendimi yargılamaya başlamam beni artık hiç yormuyordu. Her hangi bir sonuca varıyor muydum hayır. Fakat bu buhran beni terk etmemek de kararlı mıydı? Evet...

Odamın kapısı bir kez tıklatılarak açıldı. Kimin gelmiş olabileceğine dönüp de bakmadım. Çünkü biliyordum. Bir haftadır rutinleşen bu durum hiç sekmeden aynı akışta seyirediyordu. Kapı yalnızca bir kez vuruluyor, ve gelen kişi kalbimin teklemesine sebep oluyordu. Gelen Demir oluyordu. Beni yokluyor, merakını gideriyor ve çıkıp gidiyordu.

Heycan tutulmam devam ederken Demir odaya girerek arkasından kapıyı kapattı. Ve attığı bir kaç adımla karşımda duran berjere geçip oturdu. "Sevda hanım gitti mi?" Günlerdir yaptığı gibi, bir kaç saatir kaçırdıklarının raporunu almaya başlamıştı. Başka ne için gelebilirdi ki?

"Evet..." dedim. "Biraz önce gitti. Yarın yine gelecekmiş." Çekimser bakışlarım Demir'in çatık kaşlarıyla uyumlu olan kara gölzerinde temkinli dolanıyordu. "Başka da bir şey yok. Merak ediyorsan yani, etme. Değişik bir şey olmadı."

"Kendini nasıl hissediyorsun?" Bir haftadır düzenli kurduğumuz tek iletişim konusu buydu. "Ağrın var mı?"

"Hayır yok." Uzun cümleler kurmaktan vazgeçmiştim artık. "İyiyim."

RÜYA GİBİ BİR MASALHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin