Sabah, içeriden gelen seslerle gözlerimi açmıştım. Annem birine bağırıyordu. Yataktan kalkıp direkt antreye koştum. Annem, kapının ağzında Engin’e ağza alınmayacak hakaretler sıralarken Engin de ezilip büzülüyordu. Önce rüya gördüğümü düşündüm. Ardından kolumu cimcikledim, acıyınca yüzümü buruşturdum.
“Sakin olur musun anne? Sen de içeriye gel Engin,” dediğimde annem birazdan üstüme atlayacakmış gibi bakmaya başladı. Kapının önünden çekilip mutfağa yöneldi.
“Sen salona geç, ben elimi yüzümü yıkayıp geliyorum,” dedim ve onu salona gönderdim. İlk işim banyoya girmek olmuştu. Musluğu açıp avucuma doldurduğum suyu ardı ardına yüzüme çarptım. Soğuk su tenimle tepkimeye girince ayılmaya başladım. Kesinlikle rüya değildi. Musluğu kapatıp havluyu aldım ve yüzümü kuruladım. Lavabonun üstündeki rafta duran tarağı alıp saçlarımı taradım ve salona yöneldim. Kapıdan girdiğimde Engin beni süzmeye başlamıştı.
“Uykudan yeni uyandığın hâlini bile özlemişim,” dedi.
“Engin yapma,” dedim içim acıyarak. Evet çok görmüştü saçım başım dağınık, gözümde çapakla lakin bu o günlerden biri olamazdı. Neden geldiğini merak ettim. Akşam attığı mesajla ilgisi olup olmadığını düşündüm. Engin’in göz çukurları simsiyahtı. Gözlerinin feri sönmüştü. Zayıflamıştı da. Yemeklerimi beğenmeyen adam şu an kendini aç mı bırakıyordu?
“Ev bomboş Yeşim. Soğuk duvarlar üstüme geliyor. Bize bir şans daha versen,” gözlerinde yaşlar birikmişti. Bakıp da hayaller kurduğum gözler şu an sisliydi. Puslu bakışlarını gözlerime sabitlediğinde yutkunma gereği hissettim. Belli ki hâlâ toparlanamamıştı. Yarası hâlâ kanıyor olmalıydı.
“Biz sadece bebek için bir araya gelebiliriz o da ayrı ayrı evlerde. Denedik Engin, olmadı. İkimizin de hataları oldu ve yenildik. Bunu kabullenip önüne bakman gerek. Bebeğimiz doğduğunda önünde dimdik durman gerek. Kendini toparla lütfen.”
“Her şeyi kaybettim Yeşim. Seni, annemi, kendimi. O ev mezar gibi.”
“Sat öyleyse,” dediğimde gözleri irileşti.
“Senin izlerin var orada. Bunu yapamam.”
“Öyleyse kiraya ver.”
“Hayır Yeşim anlamıyorsun,” dediğinde yüzümde buruk bir tebessüm oluştu. Anlayamıyordum. Bu adam bu hâle nasıl gelmişti?
“Hazır gelmişken bebek hakkında konuşmak istiyorum,” dediğimde telaşlandı.
“Bir sorun mu var? O iyi mi? Sen iyi misin? Aptal kafam, sizi ihmal ettim, özür dilerim.” Gözlerinden yaşlar boşalmıştı. Sanki kötü bir haber vermemi bekliyor gibi bir hâli vardı.
“Sakin ol, biz iyiyiz. Yemin ederim iyiyiz,” dedim ve elimi sırtına koydum. Gözyaşlarını silip yüzüme baktı.
“Cinsiyetini bilmiyoruz henüz ama bir isim düşünmeliyiz,” dediğimde annem elinde tepsiyle salona girdi. İki bardak çayı sehpaya bıraktı.
“Uğursuzluk getirir, şimdiden isim koymayın,” dedi.
“İnanmam öyle şeylere anneciğim,” dedim ve Engin’e döndüm. “Erkek olursa Furkan kız olursa Ferhan diye düşündüm,” dedim.
“Ferhan Umay olsun öyleyse,” dedi Engin. Annemin gözleri yaşarmıştı.
“Ne oldu anne?” diye sordum.
“Furkan, ikizinin adıydı,” dedi ve salondan çıktı. Engin gözlerimin içine şaşkın şaşkın bakınca bu gerçeği benim bile yeni öğrendiğim geldi aklıma.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PEMBE PANJURLU EV (TAMAMLANDI)
General FictionPembe Panjurlu Ev sarsıcı bir hikaye ve unutulmaz karakterleriyle okuyucularını derin duygusal bir yolculuğa çıkarıyor. Kitap, bir kadının evliliğindeki mutsuzluğunu ve kocasının ihanetini keşfetmesinin ardından başlayan trajik olayları anlatıyor. İ...