Tüm düşlerim pembe panjurlu bir evin hayaliyle başladı. Küçük bir çocuk gibi sevinçlerim alınmış, kalemimi son kez satırlarda oynatmıştım. Hikâyenin sonuna gelmiştim. Artık sonsuza dek mutlu kısmına geçebilirdik. Sahi, sonsuz mutluluk neydi? Hiç tartışmayacak mıydık? Birbirimizi kıskanmayacak mıydık? Boşanmanın eşiğine adım adım yaklaşmayacak mıydık? Bence her ne olursa olsun bütün sır affetmekteydi. Annem, babamı her seferinde affetmişti. Onu sevmişti. Belki arkasında kimsesi olmadığı için katlanmıştı, kim bilir. Onu da yanımda sürüklemekten korktuğum için başta gelmesini istememiştim. Yeni bir dünyaya adım atıyordum. Başıma ne geleceğini bilmiyordum.
İki sene önce bugün beni evden Engin değil de Ozan alsın diye neler vermezdim. Sevinçlerimi bir serçe gibi avuçlarında sıkıp öldürmüşlerdi. Demet yine yapmıştı yapacağını. Ozan da benim gibi kendini suçlayıp durmuştu. Onu kapıda gördüğümde çok şaşırmıştım. Kendine gelmeye başladığı için de içten içe sevinmiştim. Araca bindiğimde direkt Ozan’a mesaj atıp haber vermiştim. O da bana haberinin olduğunu söylemişti. Benden gizli görüştüklerini o güne kadar bilmiyordum.
“Evden çıkmışsın,” dediğimde yüzü kızarmıştı.
“Oğlumla geçecek zamanımdan çalmasına izin vermeyeceğim. Ozan sağ olsun beni hiç yalnız bırakmadı,” dediğinde şaşkınlığım giderek artıyordu.
“Bana neden bir şey söylemedi ki?”
“Neden söylesin ki Yeşim? Benim ricamla yanında kaldığını düşünürdün. Oysa o seni sevdiği için seninle. Sana bir şey söyleyeyim mi? Senden önce tanışsaymışız kesinlikle dost olurmuşuz.”
Ozan’ın sevgisinden bir an olsun şüpheye düşmemiştim. Onu asla suçlamazdım. Ozan’ın birileriyle anlaşmasında sorun yoktu. O herkesi sevebilirdi. Birinin derdi varsa yanında olurdu. O hep iyi bir insan olmuştu.
“Senin için endişelendim,” dediğimde gülümsemişti. Şimdi bile o gülümsemesi gözlerimin önünde serili.
“İşe geri döndüm, hatta Almanya’ya gönderiyorlar beni,” bir anda ciddileşti. Demet için bana yalan söylediği o gün aklıma geldi. Gülümsemekle yetindim. Yalanı nasıl da gerçeğe dönmüştü. “Ben oğlumu görmeden gitmeyeceğimi söyledim. Bir yandan da onu görünce ondan kopamamaktan korkuyorum. Bağlanır mıyım hemen?”
“Bilmem, bağlanırsın sanırım,” dedim ve karnıma dokundum. Tam on bir kilo almıştım. Bebeğin durumu gayet iyiydi. Doktor üç kilo olduğunu söylemişti. Gerçi anneme göre doğunca bir anda kilo verebilirdi. Doğsun da gerisi önemli değildi. Sağlıklı olması en mühimiydi.
“Ondan nasıl ayrı kalacağım ki? Söz ver bana Yeşim, her anının videosunu bana göndereceksin. Onun geleceği için gidiyorum. Bu ayrılığa katlanmak zorundayım.”
Zorunlu bir ayrılık olmayacaktı. Dilediği her an onu görmeye hakkı vardı. Korkusunu yenmesi konusunda mutluydum. Demet’le ilgili bir haber almış mıydı? Alsa kesinlikle söylerdi lakin hâlâ ona güvenemiyordum. Bir anda hızlandı. Ne olduğunu anlamadım. Hemen arka tarafı kontrol ettim. Biri takip mi ediyordu? Bir şey mi sezmişti?
“Oğlumu bir an evvel görmek istiyorum,” dediğinde dudaklarıma buruk bir gülümseme yerleşti. Nihayet beni de kendine benzetmişti. Demet yakalanmadığı sürece kendimi güvende hissetmeyecektim. Yanımda sürekli birileri olacaktı ve ben ancak öyle rahat edebilecektim.
“Sen düşündüğümden de güçlüsün. Kendine yeni bir hayat kurdun, evini tuttun, eşyalarını sıfırdan aldın. Bunu ben başarabilir miydim emin değilim.” Anlaşılan birileri konuşmak istiyordu. “Evden gitmesi gereken bendim. Neden sen gitme gereği hissettin ki?”
“O evde kalsaydım mutlu olamazdım. Güçlü olamazdım. Kendimi suçlayarak zamanımı geçirirdim. O evi biz birlikte almıştık, her yanda anılar varken başka kadına gitme sebebin ben olurdum. Bunu kimse söylemese de ben hissederdim.” Düşüncelerim tam olarak bu yöndeydi. O evden ayrılarak ne büyük bir iyilik yapmıştım kendime. Şu anki aklımla Engin’le ve Demet’le hiç muhatap olmadan bunu yapardım. Sadece başını sallamakla yetindi. Aracın içinde sessizlik hüküm sürürken bir anda araç savruldu ve bir süre sürüklendik. Engin’in emniyet kemerini çözdüğünü hatırlıyorum. Bir anda üstüme kapandı. Refleksle başımı korumaya odaklanmıştım. Engin bebeği ve beni korumaya çalışıyordu. Başımıza neler geleceğini idrak edemiyordum. Duvar tarafında kalmıştım. Engin’in ağırlığı altında eziliyordum. Karnıma giren kramplar eşliğinde çığlık attım. Her şey durduğunda başımın üstündeki ellerimi indirip etrafı kontrol ettim. Engin’in başı omzuma düştüğünde içimdeki endişe dalgası katlanarak artmaya başlamıştı. Çığlıklarım aracın içini doldururken vücudumdaki acı giderek artıyordu.
Kollarımda camların geride bıraktığı kanlı izler duruyordu. Karnımdaki sancı giderek artıyordu. Engin’i üzerimden kaldırmaya çalıştım lakin başarılı olamadım. Emniyet kemerini çözmeye çalıştım sonuç yine hüsrandı. Sıkışıp kalmıştım. Bağırıp yardım çağırırken araçların etrafı bir anda kalabalıklaştı. Diğer sürücüye ne olduğunu, bu kazanın nasıl olduğunu bilmiyordum. Gözyaşlarım yanağımı ıslatırken içimde coşan fırtınayı dizginlemeye çalıştım. Engin hâlâ karnıma baskı yapıyordu. Kendinde olmadığını fark ettiğimde hemen onu ayıktırmaya çalıştım. Kendine gelirse üstümdeki baskıdan kurtulabilirdim.
“Engin, uyan. Yalvarırım kalk. Çok korkuyorum bak ben. Hadi aç gözlerini de kendine gel. Sancılarım başladı, Furkan’a bir şey olacak diye korkuyorum.” Neden kendinde olmadığını idrak edemiyordum. Bir şeyler ters gidiyor olabilirdi. Sancılarım giderek daha çok artıyordu.
“Engin,” dediğimde inlemeye başladı. İyiydi, bir şey olmamıştı. Yüzünü buruşturup kafasına dokundu. İnce bir kan şeridi şakağından süzüldü.
“İyi misin sen?” diye sorduğunda etraftaki insanlar giderek çoğalıyordu.
“Sancım var, üstümden kalkabilir misin?” diye soludum. Üstümden ağırlık gittiğinde emniyet kemerini çözdüm. Derin nefesler almaya çalışırken bir anda taytımda ıslaklık hissettim. Doğum başlıyor olamazdı. Oğluma bir şey oluyordu. Bunu hissedebiliyordum.
“Engin, suyum mu geldi kanamam mı var bilmiyorum ama bir şey oluyor,” diye inledim. Sancılar giderek artıyordu. O da ayağını kurtarmaya çalışıyordu. Sanırım bacağı sıkışmıştı. Adamlardan biri araca yaklaşıp bizi kontrol ettiğinde siren sesleri duyulmaya başlamıştı.
“Ambulans geliyor, dayanın,” dedi adam.
“Karımın sancısı başladı, dayanabilir miyiz emin değilim, bebeğimiz iyi mi bilmiyorum.” Adam beni inceledikten sonra kalabalığa seslendi. Tek çıkış yolumuz vardı: O da kapalıydı. Diğer aracın çekilmesi gerekiyordu. Çekiciye haber verildi mi onu bile bilmiyordum. İniltilerim artmaya başladığında karnımı kavradım. Oğluma bir şey olursa yaşayamazdım.
Bir ara kendimden geçmişim. O süreçte neler olduğunu sonradan öğrendim. Ambulans geldiğinde hastaneye zor yetişmişiz. Furkan’ın doğumu çok zor geçmiş. Engin’in ayağında ezikler ve çatlak varmış. Benim durumum daha kritikmiş. Furkan doğduğunda herkes çok sevinmiş. Durumu çok iyiymiş lakin yine de iki hafta gözetim altında tutuldu.
Bize çarpan kişi Demet’in ta kendisiymiş. Olay yerinde ölmüş. Bunca zaman gizlenmesinin iyi bir sebebi varmış. Klinikte hastalardan biriyle yakınlık kurmuş. Onun yanında kalmış. Engin’in hâlâ ziyarete gelmemesi beni endişelendiriyordu fakat bana her şeyi olduğu gibi anlatmamışlardı. Birkaç gün sonra Demet’in ortağı Altan’ın hastanede Engin’i öldürdüğünü öğrendim. Furkan’ın doğumunu tuvalette beklemiş. Yakalandığında bizi suçlamış. Bebek Demet’e aitmiş, biz herkesi kandırmışız, Demet’i de biz öldürmüşüz. Bugün bile bunları anlatırken zorluk çekiyorum. Zor günler atlattık ve mutluluğun kapısını aralamayı başardık. Furkan beş aylık olduğunda sade bir törenle düğün yapmıştık. Bizden iki ay sonra Ceren evlendi. Şimdi pembe panjurlu evin bahçesinde Furkan’ın ikinci yaş gününü kutlayacağız. Mumları birlikte üfleyip dilek tutacağız.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PEMBE PANJURLU EV (TAMAMLANDI)
General FictionPembe Panjurlu Ev sarsıcı bir hikaye ve unutulmaz karakterleriyle okuyucularını derin duygusal bir yolculuğa çıkarıyor. Kitap, bir kadının evliliğindeki mutsuzluğunu ve kocasının ihanetini keşfetmesinin ardından başlayan trajik olayları anlatıyor. İ...