Bu hayatta aile bildiğim tek kişi Mandor'du artık. Günlerime güneş oluyordu gelişleri. Çaldığı kitaplar, getirdiği notlar yüzünden başının belaya gireceğinden çok korkuyordum. Neredeyse her hafta elinde yeni bir kitap ile ya da karmakarışık yazısı ile yazdığı yeni notlar ile kapımda beliriyordu. Elçilik işinin zorlaştığından, bu meseleden yırttığım için ne kadar şanslı olduğumdan yakınıyordu. "Şanslı" kelimesi kendimi betimleyeceğim en uzak kelimeye bile yıldızlar kadar uzaktı. Uyandığımda yalnızdım. Uyurken yalnızdım. Birini daha kaybetmeyi göze alamazdım.
Mandor, yarınlarımı korkmadan paylaşabileceğim yegane kişiydi. Bir gün, olur da bir gün benden önce göçecek olursa buralardan, tüm tanrılar, insanların unuttuğu tüm o tanrılar biliyordu ki onun bedeni toprağa değmeden ben toprak olurdum. Günler geçtikçe karamsarlığım göğsümde doldurulamayacak bir delik açıyor ve ben her uyandığımda o deliğe tekrar ve tekrar düşüyordum. Uyku bir günah gibi gözlerime çöktüğünde bile huzura eremiyordum. Rüyalarım karanlık bir çukurdan farksızdı. Bazı sabahlar üstüme sinen acının krampları ile uyanıyor, midemde ne varsa çıkarıyordum. Rüya görmüyordum fakat acı bir tadı olan o his ağzıma yuva yapmıştı. Kafam allak bullaktı.
Bazen günlerce tek bir kelime bile okuyamıyor, bazen ise gün gece olana dek yemeden içmeden sadece okuyordum. Mandor, iki günde bir gelip beni kontrol ediyor, beni çekip kurtarmak için çırpınıyordu. Kurtarılmak istemiyordum. Onlar için bir şey yapamamış olduğumu, onlara nefes olamamış olduğumu bilmek, kurtarılmayı hak etmediğimi düşündürüyordu. Bu belirsiz hayatta onlarla paylaşabileceğim belirli bir günüm bile yoktu. İnsanlar, büyücüleri onlardan iki üç kat daha uzun yaşadıkları için kıskanırdı. İşin aslı şuydu ki, kıskanılması gereken insanlardı. 70-80 senelik ömürlerine sevgiyi, nefreti, öfkeyi, aşkı sığdırır; bir büyücünün yaşayabileceğine inanmadığım o gerçekliği tam anlamı ile deneyimlerlerdi. Beni var eden yüce varlık, beni bu belirsiz ömür ile ödüllendirdi mi? Yoksa sıra bana geldiğinde beni başından mı savdı? Ruhum, aklım vahşi bir orman gibiydi. Sessizliğin içindeki bunaltıcı gürültü odağımı şaşırmama sebep oluyordu.
"Yeter!" diye bağırdı.
Mandor elindeki çatalı masaya atıp yüzüme baktı. Bu akşam benimle yemek istediğini söylemişti. Bunu yediğimden emin olmak için üç günde bir yapıyordu. İyi bir dosttu.
"Eğer daha fazla yiyemiyorsan, kalanları ormana dökebilirsin. Havalar ısınıyor, hayvanlar uyanıyor. Birine yemek olur." başımı gömdüğüm tabaktan çıkarmadan söylemiştim hepsini. Gözlerine bakarsam neyden bahsettiğini anladığımı bilirdi.
"Yeter, Khalida. Yeter. Anlıyor musun? Ye-ter. Daha fazla kendine işkence etmene izin vermeyeceğim."
"Ne demek istiyorsun, anlamıyorum."
"Ah, hemen anlatayım güzelim," dirseğini masaya dayadı ve parmaklarını her cümlesinde bir bir kaldırarak bana bir liste sundu,
"Kendini suçluyorsun, yeter. Kendini aç bırakıyorsun, yeter. Yediğin üç parça lokmayı da kusuyorsun, yeter."
"Sen-"
"Khalida görmediğimi, duymadığımı veya anlamadığımı mı sanıyorsun? Aylar oldu. Aylar oldu güzelim. Zamanı gelen bir ruhu burada tutamazsın. Herkesi kurtaramazsın."
"Bile isteye yapmıyorum."
"Ne?"
"Bilerek kusturmuyorum kendimi. Bazı sabahlar boğazıma bir şey çöküyor. Beni de diz çöktürüyor."
"Bilerek yaptığını düşünmedim." dedi başını iki yana sallayarak.
"Onları sevmiştim. Çok sevmiştim Mandor."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Khalida'nın Günleri
FantasyBinbir isim verildi bana. Dündekiler, koruyucu dediler. Gündekiler, seçilmiş. Yarındakiler, tek getireceği karanlıktır, bizden değil dedi. Belki de öngörü güçleri, kuvvetli hisleriydi onlara beni kabul ettirmeyen. Gidecek yerim yoktu, bana ev verdil...