1.0

20 2 0
                                    

O korkunç ses yine gelmişti işte ve Sarah ona bu kez bir isim
verebileceğini düşündü: Aşırı zorlanma.
Yatak odasının ortasında durmuş, ona korkuyla sarılmış oğlunu
sıkıca tutmuştu. Kendi evlerinde esirdiler şimdi.
Çevresi ürkütücü bir sessizlikle sarılıydı. Alt katta çıt çık-
mıyordu. Tabak çanak şangırtıları bile yoktu.
Lanet olsun, bu herif ne yapıyordu aşağıda? Hâlâ mutfakta
mıydı, yoksa usulca yukarı süzülmüş, kapının önünde mi bek-
liyordu?
Bıçak, hayır bıçağı düşünmemeliyim!
Ansızın geçmişe, küçük bir kızken odasında çömelmiş, an-
nesiyle babasının kavgasına kulak verdiği yıllara gitti. Sarhoş
babası bağırıp çağırır, annesi için için ağlarken kocasının haka-
retlerine karşılık vermezdi. Sarah kendini o zamanlar çaresiz ve
onlara mahkûm hissederdi. Küçük ve güçsüzdü, elinden başka ne
gelebilirdi ki?
Ama artık küçük bir kız değilim, diye kendine anımsattı.
Yetişkin bir kadınım. Üstelik yardımıma muhtaç bir çocuğun
annesiyim. Harvey’ye karşı sorumluluğum var.
Bu düşünceleri beyninde cümle cümle tekrarlayınca aşırı
zorlandığını söyleyen ses gitgide alçalmaya başladı. Tamamen
kaybolmasa da etkisi, yerini özgüvene bırakabilecek kadar ha-
fiflemişti.
Sarah daha fazla bekleyemezdi. Kapının önüne yerleştirdiği
engel onu ve oğlunu bu akıl hastasından sonsuza kadar koru-
yamazdı. Adam kapıyı zorlamadığı sürece Sarah’nın harekete
geçmek için fırsatı vardı.
Oğlunu ve kendini güvenceye alıp yardım çağırması gereki-
yordu. Ama nasıl? Yatak odasının tek penceresi vardı, bitişikteki banyo ise penceresizdi. Bu durumda bir tek kaçış yolu kalıyordu.
Pencereyi ardına kadar açıp “imdat” diye bağırabilirim.
Bu akıllıca mı olurdu peki? Ya bunu yaparak akıl hastasını
kızdırmaktan Öteye gidemezse? Ya adam bu durumda o ana kadar
yapmak istemediklerini yapmaya kalkarsa? Başkalarının evine
gizlice girip elinde bıçakla “ailecilik” oynamaya çalışan bir adamın
kafasında olup bitenleri kim kestirebilirdi?
Adam elbette korkuya kapılıp kaçabilirdi ama Sarah bu var-
sayımdan yola çıkamazdı. Hele az önce adamın göz kırpmasını
gördükten sonra...
Her şeyden öte, gece yarısıydı. Birileri onu duyup harekete
geçene kadar çok zaman kaybedilirdi. Üstelik bu zaman çok
kıymetliydi, yaralı suratlı akıl hastası o süre içinde odaya girmeyi
başarırdı.
Ayrıca birinin onu duyacağı ya da duymak “isteyeceği” de kesin
değildi. Birkaç hafta önce yakınlarda bir yerde bir kıza tecavüz
edilmişti. Kız bir partiden çıkmış evine dönerken, otobüs
durağında üç adam üstüne saldırmıştı. Kız sürekli bağırdığı halde
üçü de kıza tecavüz etmiş ve kimse yardıma gelmemişti.
Çok nezih bir semtte oturuyorlardı, şık bir çevreydi ancak
komşu yardımlaşması konusunda sıfırdı. Eğer çocuklar tesadüfen
aynı spor kulübüne gitmiyorlar ya da aynı öğretmenden piyano
dersi almıyorlarsa kimse kimseyle görüşmezdi.
Babası Sarah’ya her zaman, “Sen kendine yardım edersen, Tanrı
da sana eder," derdi. Bu felsefe Forest Hill için kesinlikle
geçerliydi. Gerçi uzaktan gelen bir imdat çağrısı duymazdan
gelinebilirdi ama sesler bir komşudan geliyorsa durum değişirdi.
Spencerlar, diye düşündü Sarah. Bu aile en yakındaki komşularıydı.
Hemen koşup olabildiğince usulca pencereyi açtı. Küçücük elini
annesinin sabahlığına gömmüş olan Harvey onun yanından
ayrılmıyordu. Sarah’ya dik dik bakıyor ama sesini çıkarmıyordu.
Sarah yüksekliği tahmin etmek üzere bahçeye doğru eğildiği
sırada yüzüne vuran rüzgâr saçlarını dağıttı. Bulundukları taraftaki
çimler eğimli olduğu için mesafe dört, dört buçuk, hatta beş metre
civarındaydı, ayrıca evin duvarında tutunabilecekleri hiçbir çıkıntı
yoktu.
Fazla yüksek. Çok yüksek. Bütün kemiklerimiz kırılır.
Aklına, çoktan unuttuğunu sandığı bir anı gelmişti şimdi. Sarah
bir gün, çocukluğunda komşularının oğlu olan Mark’la
onların bahçesinde oynuyordu. Yaşlı kestane ağacına tırman-
mışlardı. Mark tırmanmakta çok usta olmasına karşın ayağım
boşluğa basmış ve düşmüştü. Mark’ın bacağı kırılmış, Saralı da
onun alçısının üstüne gülen yüz çizmişti. O günlerde ikisi de
Harvey’nin yaşlarındaydılar. Mark’ın annesinin söyledikleri şimdi
Sarah’nın tek tek aklından geçiyordu: Oğlumuzun şansı varmış.
Orası en az dört metreydi. Boynu kırılabilirdi.
Sarah mutfaktan gelen tabak çanak şangırtılarını duyunca
ürpererek düşüncelerinden sıyrıldı. Harvey de irkilmiş, annesine
doğrulttuğu gözlerini iri iri açmıştı.
“Yatak,” diye oğluna fısıldadı Sarah. “Gel, bana yardım et,
tatlım!”
Koşarak karyolanın yanma döndü, örtüyü, yorganı ve yastıkları
kenara itip iki şilteden birini havaya kaldırdı.
Harvey annesinin ne yapmaya çalıştığını anladı ve şiltelerden
birini pencerenin önüne doğru sürükleyen Sarah’ya yardım etti.
Sarah şilteyi pencere pervazına dayayıp dikkatle dikleştirdi.

Fobi꧂Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin