1.4

19 2 0
                                    

Pryce’ın gözlerindeki o kuşku yeniden belirmişti işte. “Kocanızın gideceği yeri sizden saklaması sık yaşadığınız bir durum
mu?”
“Benden saklamadı diyorum size!”
Sonunda kendini tutamamış, bağırmıştı. Harvey korkuyla
sıçrayınca Sarah oğluna yeniden sıkıca sarıldı.
“Kusura bakma, tatlım, annen... Şu ara olanlar biraz ağır geldi,
anlayabiliyor musun beni?”
Biraz değil, çok, dedi içindeki ses. Olayları olduğundan küçük
göstermeye çalışıyorsun.
Harvey sesini çıkarmayıp annesine iyice sokuldu. Sarah yanıtını
almıştı.
“Bakın,” dedi Sarah, sesini alçaltıp Pryce’a dönerek, “kocam
aylardır sürekli müşterilerini ziyarete gidiyor. Ülkenin her yerinden iş alıyor. Öyle yoğun ki eve ne zaman döneceğini aklımda
tutmak bana yetiyor.”
Pryce başını salladı. “O halde işleri yolunda.”
Bu soru değil, bir saptamaydı, Sarah bu yüzden yanıt vermedi.
“Seçkin bir semtte oturuyorsunuz,” diye devam etti Pryce.
“Güzel bir eviniz, pahalı bir Alman otomobiliniz var...”
“Ee, ne var bunda? Ne demek istiyorsunuz?”
“Yani böyle evler hırsızları cezbediyor.”
“Hayır,” diye adama çıkıştı Sarah. “Bu adam sıradan bir hırsız
değildi. Stephen’ın takım elbisesini giymiş ve sanki oymuş gibi
davranıyordu.”
Pryce hafifçe öksürdü. “Size bu soruyu sormak zorunda olduğum için kusura bakmayın ama sanırım beni anlayabilirsiniz...”
“Ne demek bu şimdi?”
“Şey, yani, o takımın kocanıza ait olduğundan gerçekten eminmisiniz?”
“Evet, öyle olduğunu düşünüyorum.”
“Yalnızca düşünüyor musunuz?”
Sarah yutkundu. “Tıpatıp Stephen’m takımına benziyordu. Aynı
kumaş, aynı kesim. Üstelik adama kısa gelmişti. Adam
Stephen’dan uzundu ve elbise üstünde... evet, elbise üstünde
komik duruyordu.”
“Kocanızın takımına yalnızca benziyordu belki de. Bu olamaz
mı? Ya da kocanız özel üretimden başka bir şey giymez mi?” Sarah
komisere ters ters baktı. “Nereye varmaya çalışıyorsunuz? Yoksa
bana inanmıyor musunuz?”
“Verileri toplamaya çalışıyorum yalnızca. Her türlü spekü-
lasyon bizi yanlış yola sürükleyebilir.”
“Stephen’m arabası peki? Bana bu konuda da mı inanmı-
yorsunuz?”
“Plakaya baktınız mı?”
“Elbette.” Sarah acı bir kahkaha attı. “Az önce bana inanmanız
için kendi otomobilimizin plakasını yazmakla meşguldüm. Yoksa
fotoğrafım da mı çekmem gerekiyordu?”
“Bayan Bridgevvater, lütfen.” Pryce yatıştırıcı bir el hareketi
yaptı. “Size elbette inanmak istiyorum. Ancak kesinlikle emin
olmalıyım, bu yüzden bütün olasılıkları devre dışı bırakmak zorundayım. O yabancıyı şimdilik yalnızca meskene izinsiz girmekle
suçlayabilirim çünkü sizin de belirttiğiniz gibi evinizden hiçbir
şeyinizi götürmemiş. Ayrıca sizin tabirinizle bu ‘akıl hastası’nın
gerçekten kocanızın otomobiliyle gittiğine ve onun takımlarını
giydiğine dair ifadenizden başka elimizde hiçbir kanıtımız yok.”
Sarah öfkeli bir şekilde nefes verdi. “Yani bana inanmıyorsunuz!
Herhalde sizin gözünüzde istatistiklerinizdeki sinirleri bozulmuşsoygun kurbanlarından biriyim yalnızca. Öyle mi? Çekinmeden
söyleyin.”
“Hayır, öyle değil.” Pryce derin derin iç geçirdi. “Anlattıkla-
rınıza inandığınıza inanıyorum, Bayan Bridgewater. Gerçekten.
Ama bu durum kocanızın başına gerçekten bir şey geldiğini
göstermez. Yabancı, kocanızın haberi olmadan onun anahtarlarını
çalmış olabilir.”
“Nasıl olacakmış bu?”
“Belki kocanız cep telefonunu kapatıp bir otelde uyurken adam
onun otomobilini çalmıştır. Böyle şeyler sıklıkla oluyor.
Geçenlerde Norbury’de benzer bir olayla karşılaşmıştık. Aile uzun
bir hafta sonu tatiline çıkmış, otomobillerini anahtarlarıyla birlikte
çalmışlar. Aile tatilden döndüğünde evleri boşaltılmıştı. Yani en
kötüden yola çıkmadan önce bu olasılıkları da dikkate almalıyız.”
“Benim evimi kimse boşaltmadı,” dedi Sarah. “Aksine bu herif
bana ve oğluma armağanlar getirmiş. Bu akıl hastasının kocama bir
şey yaptığı olasılığının üstünde neden durmuyorsunuz peki?
Neden anlamak istemiyorsunuz?” Sarah duraksadı. Sonra devam
etti: “Ayrıca adamın gerçekten kocamın eşyalarını kullandığının
bir kanıtı var.”
Pryce ona şaşkınlıkla baktı. “Neyi kastediyorsunuz?” “Stephen’ın
bavulu ve paltosu. Adam bavulu hole bırakmıştı.” “Hole mi?
Hayır, orada hiçbir şey yoktu.”
“Ne? Olamaz! Stephen’ın bavulunu gördüm ben.”
“Ne zaman?”
“Adam mutfaktayken.”
Komiser alnını buruşturdu. “Az önce oğlunuzu evden çıkar-
dığımız sırada bavul hâlâ orada mıydı?”
Sarah biraz düşünüp omuzlarını silkti. “Ben... anımsamıyorum.
Tek düşüncem Harvey’ye koşmaktı. Lanet olası bavul umurumda
değildi. Ama evet, orada duruyor olmalıydı.”
“Bir saniye,” dedi Pryce ve o sırada Bridgewaterların evinde
delil toplayan arkadaşlarından birini telsizle aradı.
“Hayır, yok,” diye yanıtladı telsizden gelen ses. “Burada bavul
yok.”

Fobi꧂Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin