Sarah sağlam elini yumruk yaptı. “O halde yanında götürmüştür,
lanet olsun! Bana inanmamanızı istiyor. Anlamıyor musunuz
bunu?”
Yine gözyaşlarıyla savaştı ancak bu kez kendini tutamadı.
Pryce üniformasının cebinden ezilmiş bir kâğıt mendil paketi
çıkarıp Sarah’ya uzattı. “Lütfen sakinleşin, Bayan Bridgevvater.
Size söz veriyorum, elimizden geleni yapacağız.”
Sarah paketi aldı, içinden bir mendil çekip burnunu sildi. “Size
bir şey diyeyim mi? Polisler bu cümleyi bütün kötü polisiye
romanlarda söylerler. Özellikle de ne yapacaklarını bilemedikleri
zamanlarda.”
“Biz kesinlikle öyle bir durumda değiliz,” dedi Pryce ve oturduğu yerden doğruldu. “Bana güvenin.”
Al sana bir polis klişesi daha, diye içinden geçirdi Sarah ama bu
düşüncesini kendine sakladı. O sırada sana yardım edemiyor olsa
da yardım eden eli asla ısırma.
“Bunu çok isterdim, Komiser Bey. Ancak kocamın tehlikede
olduğuna lütfen inanın. Elimde kanıtlarım yok ama yine de
biliyorum.”
Polis ona bakıp başını salladı. “Hadi, üstünüze bir şeyler giyin,
sizi hastaneye götüreceğim. Kolunuza müdahale edilmesi
gerekiyor.”
“Teşekkür ederim.” Sarah eliyle savuşturdu. “Bir arkadaşımaradım, beni hastaneye o götürecek. Neredeyse gelir zaten.”
“Peki,” dedi Pryce. “Bir şey öğrenir öğrenmez sizi ararız. Siz de
o arada gözünüzü dört açın. Kuşkulandığınız bir şey olursa hemen
arayın.” Sarah’ya bir kartvizit uzattı. “Bir de kilitlerinizi değiştirin,
olur mu?”
Sarah’nın öfkesini bastırmaya çalıştığı yüzünden okunuyordu.
“Şu an için yapacak başka bir şeyim yok herhalde.”
Derken adını koyamadığı o korku yine içini sardı.
Polisler gittikten kısa bir süre, Sarah’nın kız arkadaşı Gvven’in
kapıyı çalmasıyla Spencerlar rahat bir soluk almışlardı. Emekli
karı kocanın salonunda o dakikaya kadar boğucu bir sessizlik
hüküm sürmüştü.
Fionuala Spencer davetsiz misafirlerini kapıya kadar uğurlamış,
hemen arkalarından kapıyı kilitlemişti. Sarah evden henüz üç adım
bile uzaklaşmadan anahtarın kilitte iki kez döndüğünü duymuştu.
İnsanın kendi dört duvarı arasında güvende olduğu kuruntusu,
diye düşündü ürpererek. Buna inanmasanız iyi olur.
Yine de Gwen ve Harvey onu otomobilde beklerlerken üstünü
değiştirmek üzere evine gitti.
Aceleyle giyinip dışarıya çıktığında rahat bir soluk aldı.
Acil serviste Sarah’yı fazla bekletmemişlerdi.
“Solak değilsiniz, değil mi?” diye sordu doktor, koluna müdahale ederken.
Sarah hayır anlamında başını salladı.
“Bu yine de şanssızlık içinde şans sayılır,” dedi doktor
Sarah’nın kırılan ön koluna bakarak. “Düzgün kırılmış.
Göreceksiniz, yakında başınıza geleni unutacaksınız.”
Sarah bunu duyunca bir kahkaha attı. Bu Sarah’mn engel
olamadığı sinirli, tekinsiz bir kahkahaydı.
Bu kez baygınlığı atlatıp kendine geldiğinde nerede bulunduğunu
hemen anlamıştı. Öncekinde nerede alıkonulduğunu kavrayabilecek kadar düşüncelerini toplayamamıştı ama bu defa hemen
anlamıştı.
O pislik herifin ona sırtından yaptığı iğnenin etkisi artık
tamamen kaybolmuştu.
Şimdi altındaki sert zemini ve başını çevirmeye çalıştığında
yanaklarına sürten keçemsi kumaşı açıkça duyumsuyordu. Ayrıca,
her yeni otomobilin o hoş kokusunu bastıran metal, lastik ve
benzin kokusunu da almıştı.
Daracık hapishanesinin zifiri karanlığında var güçleriyle çalışan
duyuları, burası bir tabut değil, sinyalini vermişti. Bir araba.
Bagajdayım. Çok dar bir bagajda!
Buraya kadarını anlamıştı; bu bilgi çok işine yaramasa da biraz
rahatlamasını sağlamıştı. Hiç değilse bir ormanın metrelerce
derinlikteki bir çukuruna gömülmemişti.
Bir umut kıvılcımı bile olsa buradan kurtulma şansını ya-
kalayabilirdi.
Gelgelelim zihninin açılmasıyla birlikte sancılar da başlamıştı.
Bedeninin her bir zerresi sıkışmış halde iki büklüm yatmaya artık
dayanamıyordu. Doğal olmayan bir şekilde kıvrılmış olan
omurgası alev alev yanıyor, kıvrılmış kolları ve bacakları sanki
yanan karınca sürüleri içlerinden geçiyormuş gibi kaşınıyordu.
Ayrıca nabzını dizlerinin arkasında hissediyordu; sanki kızdırılmış
bıçaklar kalbinin her vuruşuyla dizlerine batırılıyor gibiydi.
Ne kadar kıvranıp sırtüstü yatmaya çabalarsa çabalasınyanmalar geçmek bilmiyordu.
Aklına ansızın, kıtalar arası uçuşlarda yolculara yapılan uyan
gelmişti: Damarlarda tıkanma riskine karşı yolcuların sık sık ayağa
kalkıp hareket etmesi istenirdi. Sanki toplardamarlarının ve
atardamarlarının içini televizyon reklamlarında canlandırıldığı
gibi görüyormuş hissine kapıldı. Bir pıhtı damarları gitgide daha
çok tıkıyor, sonra bu pıhtı damar duvarından ayrılıyor ve ölümcül
bir enfarktüse yol açmak üzere akciğerine, kalbine ve beynine
doğru yola çıkıyordu.
Bu sona ne kadar zaman kalmıştı? Çektiği acılara bakılırsa fazla
sürmeyecekti.
Sırtının üstüne dönmeyi bir kez daha denedi ancak bir şey
batıyor ve bu hareketi yapmasını engelliyordu. Daracık hapishanesini paylaştığı sert bir
nesneydi bu; belki kriko, bijon anahtarı ya
da ilk yardım çantasıydı.
Böylece birbirine bağlı bacaklarıyla başarabildiği ölçüde -ki bu
insanüstü bir güç gerektiriyordu- bedeniyle bagaj kapağına doğru
bastırmaya başladı.
Yine de hiçbir şey yerinden oynamıyordu.
Bağlı elleriyle kapağı yumrukladı.
Yok, olmuyordu.
Etrafa sessizlik hâkimdi.
Uzaklardan geçen otomobillerin gürültülerini bile duymuyordu
artık, oysa bu seslerin daha önce kulağına çalındığını sanmıştı.
Yoksa aradan geçen zamanda bulunduğu araç başka bir yere mi
park edilmişti?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Fobi꧂
Mystery / Thriller✍︎Dondurucu bir kış gecesi kocasının arabası evin önünde durur. Sarah kocasını karşılamaya iner ama mutfaktaki adamın o olmadığını anlar. Yabancı eve arabalarıyla gelmiş, içeri kocasının anahtarıyla girmiş ve onun gibi giyinmiştir. Sarah'nın ise yüz...