1.3

20 2 0
                                    

Harvey çıtını bile çıkarmadı. Zaten istese bile yanıt veremezdi.
Çünkü soluk alıp vermesi bile olanaksızdı.
“Henüz bitmediğini söyle ona. Ona destek olmaya geldiğimi ve
geri döneceğimi söyle. Bunu benim için yapar mısın?”
Harvey gözlerini sepetin karanlık duvarına dikmişti. Adam
birazdan ona doğru eğilecekti, kapağı kaldıracak ve...
“Korkuyorsun, değil mi Harvey? Benden korkuyorsun ama ben
seni anlıyorum. İnan bana, korkmanın ne demek olduğunu
benden iyi kimse bilmez. Büyüdüğünde günün birinde bu anı
anımsarsan, ne demek istediğimi o zaman anlarsın belki. Annene
ileteceklerini unutma, olur mu? Çok önemli, Harvey. Çok önemli!”
Ardından sanki biri perdeyi açmış gibi ortalık ansızın aydınlandı.
Yatak odası ışığı sepetin delikleri arasından sızdı ve adım sesleri
hızla merdiven boşluğuna doğru uzaklaştı.
Harvey bacaklarının arasındaki nemi ancak şimdi fark
edebilmişti.
Çocuk altını ıslatmıştı.
Sarah yarım saat sonra Spencerların salonundaki kanepeye oturmuş, pencereye doğru bakıp iki devriye aracının mavi ışıklarını
izliyordu.
Bu arada yağmur başlamıştı, iri damlalar mutlaka çok geçmeden
kara dönüşecekti. Dantel tüllerin ardından bakılınca kendi evi ve
evi çevreleyen çitler sanki gerçeküstü gibi duruyordu. Sanki orkide
saksıları ve porselen bibloların gösterildiği bir filmden sahneler
izliyor gibiydi.
Sarah’ya gerçeklikten uzak gelen yalnızca pencerenin önündeki
görüntü değil, yaşadığı her şeydi. Adeta kötü bir düşten uyanmış ve
çevresinde çok daha korkunç bir kâbusla karşılaşmıştı.
Düşlerin iç içe geçtiği ve Sarah’mn her defasında “inandırıcı
değil” diye not düşerek altını çizdiği kimi kitap dosyalarından
birini okuyordu şimdi adeta. Şu an kendini aynen böyle duyumsuyordu. Düşün içinde düş görüyordu.
Ancak ipek bir fularla iğreti bir şekilde sardığı zonklayan kolu
ve Harvey’nin ona sımsıkı sarılması yaşadıklarının gerçeğin ta
kendisi olduğunu açıkça gösteriyordu.
Sağlam eliyle oğlunun başını okşadı ve çocuğun titreyen
omuzlarından kaymış olan Bayan Spencer’ın tığla alacalı çiçek
motifleri ördüğü battaniyesini yeniden üstüne doğru çekti. Harvey
üşüyordu. Şoku hâlâ atlatamamıştı. Çocuk bembeyaz kesilmişti ve
ebeveyn banyosunda saklandığı yerden annesi onu polis eşliğinde
kurtardığından beri ağzını açmamıştı. Annesine sımsıkı sarılmış ve
için için ağlayarak onlar için artık güvenli olmayan evlerinden
uzaklaşmak için Sarah’mn elinden çekiştirmişti. Hanelerine
tecavüz eden ve şimdi izini kaybettiren adam bir yerlerde elini
kolunu sallayarak dolaştığı sürece evlerinde güvenlikte
olamazlardı.
“Alın, size çay yaptım.”
Fionuala Spencer, Sarah’mn önünde duran orta sehpaya bir
fincan bıraktı. Yaşlı kadın sesine kibar bir tını katmaya çalışsa da
bakışları farklı şeyler söylüyordu. Zayıf ve buruşuk yüzündeki
gözleri, başınıza gelenlere üzüldüm hayatım ama ille de bizim
kapımıza mı dayanmanız gerekiyordu? Sizin yüzünüzden neler
olduğunu görmüyor musunuz, der gibiydi.
Komşuları Sarah’nın yüzü korkudan kireç gibi olmuş oğlunu
alıp polisi de peşi sıra sürükleyerek evlerine doluşması yaşlı
kadının kocası Keith’in de hiç hoşuna gitmemişti. Öyle ki Sarah’ya
açıyormuş gibi görünme zahmetinde bile bulunmuyordu. Koca
göbekli emekli adam, polisi araması için telefonu Sarah’ya
uzattıktan sonra taştan bir Buda heykeli gibi televizyon koltuğuna
oturmuş, olanları ifadesiz bakışlarla izliyordu. Kaçamak bakışları
arada bir Sarah’nın çıplak bacaklarına kayıyordu yalnızca.
Sarah’nın üstünde hâlâ gecelik ve sabahlık vardı; evine
girdiğinde sırtına hızla kapitone bir ceket almış, ayağına da çiz-
melerini geçirmişti.
Kendini Sarah’ya Komiser Martin Pryce diye tanıtan polis içeri
girince Keith Spencer başını kaldırdı.
“Çok sürecek mi daha?” diye sordu yaşlı adam ama Pryce onu
yok sayıp Sarah’ya döndü.
“Oğlunuz nasıl?”
“Korku içinde.” Saray, Harvey’ye daha da sıkı sarıldı.
“Ya kolunuz?”
“Buradaki işler biter bitmez hastaneye gideceğim.”
Pryce başım sallayıp Sarah’nın yanında duran boş koltuğa
oturdu. Adam geniş omuzlu, kızıl saçlıydı, Galler şivesiyle ko-
nuşuyordu.
Komiser insana güven veren bir hava yaysa da bakışlarında
Sarah’yı rahatsız eden bir şey vardı. Sarah bu bakışlarda bir kuşku
sezer gibi oldu ancak bunun kendine yönelik mi yoksa mesleki bir
alışkanlık mı olduğunu çözemiyordu.
“Korkmuşsun, seni anlayabiliyorum, Harvey.” Pryce yağ-
murdan ıslanmış kasketini çıkardı ve çocuğa samimi bir ifadeyle
gülümsedi. Sarah onun bu halinden bir aile babası olduğunu
anlamıştı. “Ama artık korkman için bir neden kalmadı. Adamın
gittiğinden kuşkun olmasın, kesinlikle hâlâ bu civarlarda değil.”
Yüzünü Sarah’ya dönüp, ekledi: “En azından çevrede kuşkulu bir
araç bulamadık.”
“Gümüş rengi Mercedes,” dedi Sarah. Sesi titriyordu. “Kocamın
otomobili.”
“Üzülmeyin, Bayan Bridgevvater, aracı aratıyorum.”
“Üzülmeyeyim mi? Ya Stephen’ı...” Sarah sözünü yarıda kesip
önce oğluna sonra yeniden Pryce’a baktı. “Ne demek istediğimi
anlıyorsunuz.”
“Kendisine hâlâ mı ulaşamadınız?”
Pryce, Sarah’nm önündeki sehpada duran cep telefonuna işaret
etti.
“Telesekreter devreye giriyor. Telefonu açmıyor. Muhtemelen
açamıyor.”
Sarah çığlıklar atmak istiyordu, kolunda şoktan çıkamayan oğlu
olmasa bağıracaktı mutlaka ve bunu kendini duyurmak değil,
çaresizliğinden sıyrılmak için yapacaktı.
“Şimdi ne yapacaksınız?”
Pryce kasketine baktı, sanki sorunun yanıtı orada yazılıydı.
“Yani dediğim gibi, Bayan Bridgewater, evinize giren adamı ve
kocanızın Mercedes’ini arıyoruz. Ancak kocanızın nereye seyahat
ettiğini bize söyleyemediğiniz sürece şimdilik fazla bir şey
yapamayız. Kocanızın hangi müşterisine gittiğini anımsayabildiniz
mi acaba?”
Sarah başını iki yana sallayıp gözlerini yumdu; yanaklarından
yine de birkaç damla yaş süzüldü. “Hayır. Son zamanlarda sıklıkla
Kent’e gidiyordu ama sanırım bu kez nereye gideceğini
söylememişti.”
“Çok emin değilmişsiniz gibi konuşuyorsunuz.”
“Yok, eminim...” Sarah bir an daha düşündükten sonra başını
hayır anlamında salladı. “Gerçekten söylemedi.”

Fobi꧂Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin