Erken uyanmama, koşturmama ya da heyecanlanmama sebep olacak bir gün değildi. Resmi olarak istifa mektubumu yazmamış olsam da gazeteden ayrılmıştım. Nigar'dan yeni bir haber gelene kadar da gidecek yerim yoktu. Peşinde koşturacağım bir haber, düzenlenmeye ihtiyacı olacak bir yazım yoktu. Buna rağmen erken uyanmış, dakikalardır tavanı seyrediyordum. Uyuyamıyordum yeniden. Kahvaltı hazırlamak da istemiyordum, fazlasıyla zahmetli gözüküyordu gözüme. Perdenin ardından içeriye sızmaya çalışan güneş, gözlerimi kapattığımda daha da parlaklaşıyordu sanki.
İki kolumu da havaya kaldırıp, yerimde doğruldum. Yorganı üstümden attığımda üşümemiş ya da yatağa dönmek istememiştim. Rahat arkadaşlarımın vefasızlığına gözlerimi kısarak baktım. Saçlarımı gelişigüzel toplayıp perdeyi açtım. Geceden yağmur yağmıştı belli ki, yerler ıslaktı. Buna rağmen güneş gökyüzünün en belirgin noktasında yerini almıştı. Pencereyi açıp temiz havayı ciğerlerime çektim. Belki de bir yürüyüş yapsam iyi olacaktı. Belki güzel bir pastane keşfederdim, belki taze simit bulurdum bir yerlerde. Her gün aldığımız ekmekten daha iyisi vardı belki de uzaklarda bir yerlerde.
Rahat bir şeyler giyip, montumu da yanıma aldım. Hava pek güven vermiyordu bana. Kapının önüne çıktığımda başımı sokağın ilerisine çevirdim. Verda'ya haber vermekle vermemek arasında kaldığımda, yalnız yürümenin daha iyi olacağı kanısına vardım. Ellerimi cebime koyup farklı tempolarda yürümeye başladım. Yanıma telefon almamıştım, omzuma asılan bir kamera yoktu. Yüklerden uzak hafif bir yürüyüştü bu. Yürürken müzik dinlemeyi de sevmezdim zaten. Kulaklıklar başımı ağrıtır, kulaklarımı acıtırdı. Tüm dikkatimi kendine toplayan bir şarkı, çoğu zaman beni dalgın yapardı. Arabaların sıkça geçtiği caddelerde benim için fazlasıyla tehlikeliydi bu durum.
Yürüdüm, yürüdüm... sırt çantalarını çekiştiren çocukların okula gidişini seyrettim. Belediyenin sabah temizliklerine rastladım. Yeni yeni açılan dükkanları gördüm. Her günün aynı seyirde ilerlemesine gülümsedim. Belki de çok farklıydı ama ne yaşadıklarını nereden bilebilirdim ki? Ben onları herhangi bir öğrenci diye nitelendirirken onlar da beni yürüyüşe çıkmış öylesine biri diye nitelendiriyordu. Onların beni merak etmediğine emindim. İşin garibi bu sabah ben de hiçbiri hakkında bir şeyi merak etmiyordum.
Uzun zaman yürüdüğümde fazla uğramadığım yerleri ayrıntılarıyla birlikte görmüş oldum. Öylesine bir fırına girdim, sıcak poğaçalar aldım ve çıktım. Tadının güzelliğinden emin olmasam da farklıydı işte, deneyip görecektik. Elimde sallaya sallaya taşıdığım sıcak poşet soğuyana kadar yürüdüğümde apartmanın önüne gelmiştim.
***
"Numune gelmemelisin!"
"Bunun için ne kadar beklediğimi biliyorsun. Gelmek istiyorum."
"Bu güne kadar hiç olmadığım kadar ciddiyim. Bu operasyonda yoksun. Gelmen demek, hem hayatını hem de operasyonu tehlikeye atman demek. Bir kez daha onları elimizden kaçıramayız. Anla beni lütfen." Nigar önceki seferlerden daha ciddiydi. Açıklama yaparken sesinin tınısındaki titremeden bunu anlayabiliyordum. Tek kelimeyle geçiştirmek yerine beni ikna etmek için mantıklı sebepler sunması da gerçekten gelmemi istemediğinin göstergesiydi. Uzun zaman beklediğim şeylerin, beni hayal kırıklığına uğratması gibi bir problemle karşı karşıyaydım yine uzun zamandır.
Başımı sallayıp hiçbir şey söylemeden odadan çıktım. Söyleyeceklerim sadece düşündüklerim olacaktı ve düşüncelerim beni operasyonun tam ortasına atıyordu. Sessizce Nigar'ı onaylamaktı yapmam gereken şey. Bir sürü insana zarar veren bir çetenin yakalanması benim yüzümden engellenirse daha mutsuz olacaktım. Koca bir başarısızlık geçecekti elime. Bazen beklemeyi bilmek gerekiyordu annemin de dediği gibi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
NUMUNE ŞAHIS
General FictionHer şey eski taş binaya adımını atmasıyla başladı. İşini çok seven bir gazeteci Numune Şahıs. Çalışmak için başvurduğu gazete binası ise bir ay gibi kısa bir zamanda batmak üzere. Üstelik bunu isteyen de gazete binasının sahibi. Numune, çevresindeki...